Saha ve Sandıkta Halkın için Alternatif Olmak ya da Olmamak
Bir memleketin saha ve sandığında olmak herkesin, her yapının işidir amma buralarda umut ve alternatif için var olabilmek ise er kişinin işidir. Alternatif çözümler için var olup olmamak; o yerdeki “sosyal, ekonomik, hukuki, siyasi...” alanlarındaki problemler için sunulacak bir çözüm önerisinin olup olmamasına bağlıdır.
Tanzimat’tan beri “şu tepenin ardında” denilen “yeşil vadideki üst akıl” olarak kabul edilen seküler emperyalist güzergâhta şekillenen Türkiye Cumhuriyeti; CHF’nin red ve inkârcı, kelleci zihniyetine nazaran hayli yol alsa da aldığı yol, hala alması gereken yolun gölgesi ve töhmeti altındadır. 1945 sonrası Yeniden şekillenen Almanya, Japonya gibi ülkelerle yaşıt hatta kimilerinden daha yaşlı olan Türkiye Cumhuriyeti, yukarıda bahsettiğimiz alanlarda bu ülkelerin gerisindedir.
Seçim sath-ı mailine girdiğimiz şu zaman ve zeminde siyasi partilerin bahsettiğimiz “sosyal, ekonomik, hukuki, siyasi...” alanlardaki sorunlar için mevcut projelerin ötesine geçip kendi çözüm önerilerini üretmeleri, alternatif projelerini halka sunmaları gerekmektedir. Çözüm ve projelerini sunmak da yetmez, halkı inandırmaları gerekmektedir.
Halk nasıl inanacak? Bu konu gerçekten müşkül.
Son yirmi yıla bakarsak, halkın muhalefet cephesinin dediklerini inandırıcı bulmadığı açık. Halkın inanmadığı; iktidarın birçok icraatından yakındığı halde emaneti muhalif her hangi bir cenaha vermemesinden bellidir.
Acıklı belki de trajikomik olan, muhalefete olan güvensizliğin, mevcut iktidara olan güven anlamına da gelmemesidir. Geniş halk kitlelerindeki “artık kimseye güvenmiyoruz… Ne yapalım, kime gidelim..” yakınmalarıdır. Bu şikâyetler; -duyulmaz, tedbir alınmazsa- geleceğe yönelik altı çizilmesi gereken tehlike ve tehditlerin ayak esleridir.
Bu aziz halk; inandırıcı tezi olan, mütevazı olsa da samimiyetinden, duruşundan taviz vermeyen, mutfağında gerçekten pişirecek aşı olan partilere eninde sonunda zinhar inanmıştır/inanır!
Halkı inandırmak için bir kere sorun denen şeyi konuşacak kadrolar lazım.
Şu konulardan iktidar da bahsediyor: “Sosyal adaleti sağlayacağız… Ekonomiyi düzelteceğiz.. Askerimizin yanında olacağız..”
Demek ki “sosyal, adalet, ekonomi hatta askeri alanlarda” yapılması gereken hayli iş var. Buraların yol ve sahalarında birikmiş hafriyat ve molozlar var.
Peki, sorun nedir?
Sorun şu: bütün bunları halkın hissedeceği, göreceği, duyacağı ve “işte bu!” diyebileceği şekilde “konuşacak dil, sunulacak proje, uygulanacak projeler..” lazım.
Yetmez! Daha da önemlisi; “iman, iz’an, birikim, haddeden geçmiş, ihanetlere uğramış, kadrolarından yeri doldurulamaz nice kayıplar vermiş; tavının da ötesinde dövüldükçe dövülmüş ama yıkılmamış; sabır ve çilenin fecr-i kazeininin nihayetine varmış, fecr-i sadığa ramak kalmış; bilendikçe bilenmiş; sadece suç ve günahlara değil hatalarına bile tövbe-i nasuhlar etmiş, seccadesinde gözyaşıyla tanışmış yaralı yürekler lazım.
Var mı böyle kadrolar? Elbette!
HÜDA PAR işte bu yüreklerin adresidir! Ancak henüz değil, belki de bu haliyle değil!
Kardeşlerim kınamasın.. Bahsettiğim Hakk’ın yerdeki sancağını almaya aday olmaktır. Bu sancağı almak, öyle lafla, “ben alırım..” demekle olacak bir iş değildir.
“Bu bir Dâd-ı Hüda’dır CEHD ile olmaz!”(Nef’i)
Bu yol sabır, tefekkür ve yine sabır yoludur.
Beklemeyi bileceksin! Ne olursa olsun meclise gireyim! O kürsüde konuşayım demekle de olmaz! Birilerinin suç ve günahına bulaşmayacaksın! Elbette haklısın ve çok da bekledin belki ama eli, nice gizli açık suç ve günaha bulaşmış hatta ellerinden masumların gözyaşı, ÂH’ı olan birilerinin ellerini temizleyen bir “uzaktan veya lütfen bir arkadaş” da olmayacaksın!
“Haberin yok taşıdığın değerden! Elde sen! Gönüldesin! Dilde sin!”
Her kesin kendi hesabını Rabbine vereceği günü düşünerek; kendi alın terinle o basamakları çıkacaksın! Unutmayacaksın; elin eşeğine binen tez iner. Demirel ve Ecevitlerin partilerine dahil olan nice partiler, dava adamı ve abide kişilerin nasıl sıradanlaştıklarını hatta zamanla unutulduklarını unutmamak lazımdır.
Şu unutulmamalı: Halkın derdiyle dertlenenleri Allah hiç bir yerde yalnız bırakmamıştır. Kangren olmuş sorunlara çözüm arayan, kendi özgün çözüm önerilerini halka anlatanlar savaş alanında da siyaset alanında da zafere gitmiştir.
Vietnam Kurtuluş Savaşı, son olarak da Afganistan Cihadının küresel güçlere karşı kazandıkları zaferler; Cezayir’de FİS’in, Mısır’da İhvan Hareketi’nin ve nihayet Mücahit Erbakan’ın başarıları tabii ki İlahi İnayet, hayır ve bereketin tecellisinin örnekleridir.
Hakk adına halkın iktidarına talib olan bir yapı; Hakk’a güvenecek ve siyaset alanının zaten boğuştuğu suç ve günah; şantaj, montaj ve Bizans Oyunlarına bulaşmayacak; buralardan gelebilecek sanal kazanımlara meyl etmeyecek ve yakın bir gelecekte de görecek;
“Rabbi ona verecek ve o sevinecek!” Kendisi sevindikçe de sessiz çoğunluklar sevinecek! “İnsanoğlu acil olana meyleder” amma “Sebrun Cemîl!” aksine; Xwedê derengî dixîne lê derewîn naxîne (Allah (gelecek belayı) geciktirir ama yalancı çıkarmaz) Adl-i İlahî yakalar!
“…Allah zengindir, siz ise yoksulsunuz. Eğer hak çağrısına sırtınızı dönerseniz, Allah sizin yerinize başka bir topluluk getirir; artık onlar sizin gibi olmazlar.”( 47/38)
Erê? E mi? Wesselam!