• DOLAR 34.654
  • EURO 36.347
  • ALTIN 2920.514
  • ...

İnsanın tasavvur ettiği, varacağı, vardığı ve nihayetinde sahiplendiği her yer mekândır. İnsanla anlam kazanan mekân, insanla buluşmadığı durumlarda da elbette mekândır ama insanın sahiplendiği şu dünya gibi bir anlam kazanmaz.

İnsan, Ay veya Mars’ı keşfetmeden önce de oralar birer mekândı ancak keşiflerinden sonra oralar hakkında farklı anlam, yorum ve hesaplar yapılmaya başlandı. Hâlbuki kadim toplumların kimilerinde bu gök cisimlerine; yıldız, tanrı veya daha farklı anlamları yüklenmişti.

Mekânın anlam kazanması için Yaratıcının onu yaratması elbette yeterlidir ama insan nazarında anlam kazanması için başta da dediğimiz gibi onun, insan tarafından “tasavvur edilmesi, -mümkünse- varılması ve nihayetinde sahiplenilmesi” gerekir.

“Dünyada mekân, Ahirette iman. Ayak basmadığın yer senin değildir..” gibi ifadeler; “yersiz yurtsuz kalmak, ev bark sahibi olmak, evinin başına yıkılması, öz yurdunda garip kalmak..” gibi deyimler; “Vatan, doğduğun yer değil, doyduğun yerdir. Başını sokacak bir yuva..” gibi sosyal kabuller, mekanın dünya boyutuyla ilgili ifadelerdir; mühimdir ama yetmez.

İnsan olarak; dünya ve ahiret hayatı denen yaşam süreçlerinden geçiyoruz. Dünya hayatını aynelyakin görüyor, yaşıyoruz. Ahiret hayatını ise tasavvur ediyoruz ama ilmelyakin, Hakkelyakin de biliyoruz.

Eşref-i mahlukat olarak yaratılan insanın, hakikaten de bir hayvan veya nebatat gibi sezonluk bir yaşamdan sonra yok olması adl değil, zulüm olacaktı. Çünkü insan adına yapılan masraf fazla. O; “düşünüyor, görüyor, kabul veya red edebiliyor; yorumlamaya çalışıyor; öteleri anlamaya çalışıyor; daha öteler için diyecekleri oluyor. Zaman ve mekânın net bir tanımının yapılamadığı menzil ve süreçler için bile neler neler söyleyebiliyor. Tam da bu özellikleriyle Eşref-i mahlukat unvanının hakkını –gereğince- teslim etmese de hududuna hayli yaklaşıyor; Peygamberler, Sıddıklar, şehidler.. aracılığıyla da yakalıyor.

İnsan gariptir. Yaratıcısına “lebbeyk/emrindeyim” derken öte yandan “Mülkün Sahibinin yetki ve sıfatlarına” özeniyor benim “aciz bir damladan” yaratılan insan kardeşlerim! Belki de bu yüzden “çok cahil ve çok zalim” de olabiliyor. Tam da bu sebepten ahiret hayatı, o bir yerlerdeki yaşam mekânımız vardır ve olmak zorundadır. Olmadığını iddia etmek, hayvani ve nebati yaşamın bir gereği olacaktır ki bizler insanız. Zaten inanıyoruz. Çünkü Rabbimiz haber vermiştir.

Dünya mekânında yaşıyor, buradaki her hangi bir mekânı –imkânlarımız delilinde-  sahipleniyoruz. Ahiret mekânı denen bir mekân da var. orası da zaman ve mekanla kayıtlıdır ve varılabilecek bir menzildedir ancak bu halimizle, bu imkan ve kabiliyetlerimizle varmamız imkansız. O müstesna mekâna varmanın tek yolu ve ruhsatı, ölümdür. Ölüm; hemen akabinde, bir anda ve mevcut bilgimizle tanımlayamayacağımız bir hız ve şekilde bizi ahirete ulaştırır. Maddi olarak baktığımızda, ahiret, kabrin hemen ötesindedir ama kabir kapısının açıldığı mekânın mesafesi, bilgi ve ilmimizin ötesinde.

Dünya mekânı tabi ki az bir geçimliktir. Burada; cezalar da ödüller de adil olamıyor. Çünkü insanoğlu iradesinde serbesttir ve bu iradesini de maalesef genellikle kendi kimliğine rağmen ilim, insaf, irfana inat, dahası vahyin aksine kullanıyor. Bu sebepten de ahiret ve mizan olmak zorundaydı. zaten vardır da. Ahiretteki Cennet ve Cehennem mekânları tam da bu yüzden mutlak adalettir.

Tarafsız bir gözle baktığımızda; dünyadaki cümlelerin hep virgülle bittiğini, ilk vuranın kazandığını; gelir dağılımının zalimce paylaşıldığını hatta mahrumların kıt imkanlarıyla yaptığı acınası mekanlarının dahi başlarına yıkıldığını; bölgelerin, devletlerin işgal edildiğini hatta soykırımların yapıldığını şu dünya mekanında pekala görüyoruz. Daha da elimi, her birimiz hatta masumlarımız bile bir şekilde bir gaflet ve delalet, suç ve günaha dahil olabiliyor.

Mekân, zamanla iç içedir. Zamanın işlemediği bir mekânın anlamı da lezzeti de olmaz. Daha önce uzay zamandan bahsettik. Ay, Mars veya her hangi bir gök cismindeki zamanın Dünya’daki 24 saatlik zaman gibi işlemediğini artık biliriz. Buralardaki mekânlar da farklıdır. Galaksilerin, daha başka nesnelerin zaman ve mekânı da kendine hastır.

Cennet ve cehennemdeki mekân ve zaman da şüphesiz farklıdır. Bu mekanların, ayet ve hadislerde detaylı tanımları da verilmiştir. Değişik tefsirlerde özellikle de Risale-i Nur’da “uzay zaman ve mekan..” tanım ve tafsilatları profesyonelce verilmiştir.

Mesela bir Güneş yılı (Samanyoluyla beraber bir turunu tamamlarken), dünya yılına göre 250 milyon yıldır ki buna göre ömrümüz sekiz saniyedir (60 yıla göre).

Hasılı bizler insan olarak zaman ve mekanı tanımlarız ama hakikat, Hakk’ın nazarındaki tanımıdır. İşte:

“Dehr(zaman)’a sövmeyiniz çünkü Dehr, Benim” diyor kutsi hadiste.

İncelediğim ve anladığım kadarıyla, bugünkü Batı felsefesi ve bilim adamlarının dönüp dolaştığı mekân ve zaman kavramı; Kur’an-ı Kerim’deki zaman ve mekandır. Gel gör ki postmodern şirkin seküler zincirine yaftalı filozoflar; Müslümanın hali pür perişanına bakarak, kibir ve egoistliklerine esir düşüyor ve Kur’an Güneşine gözlerini yumabiliyorlar. Bizdeki Servet-i Fünuncular gibi. Tirs, bavê gur e! (Korku, kurdun babasıdır). 

Habıl teleskobunun teşhislerinden ilim adamlarına kadar Siyonist Sermayenin Kölesi Küresel Emperyalizmin Hadimi Kaşiflerin dediği şu ayetten başka ne olabilir ki:

“O inkâr edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?” (Enbiya 30).

Amenna ve sedeqna! Lebbeyk Ellahumme lebbeyk… Wesselam!