• DOLAR 34.655
  • EURO 36.344
  • ALTIN 2920.419
  • ...

Mülkün Sahibi insanı; zaman, mekân ve akıl” gibi değerler üzerinden cehde tabi tuttu. Aklın vahiyle çelişmediğini aksine bu iki değerin birbirlerini tamamladığını, vahyi anlamanın da yine akıldan geçtiğini; aklın, hakikati bulmak gibi bir görevinin olduğunu ancak gerçeği kabul veya red gibi bir tercihle baş başa bırakıldığını fakat bunun da dünya ve ahirette bir getirisinin olacağını geçen bahsimizde bildirmiştik. Buna bağlı olarak Zaman kavramı da insan aklının “sınır ve süreciyle” alakalı müstesna bir değerdir. Öyle ki Cenab-ı Allah, “Asr (zaman)’a yemin olsun..” demiştir.

İslam’ın zamana biçtiği değer, çağlar üstü olup “dünya ve uzay zamanı” kapsar ve evrenseldir.

İslam’daki uyku, gece ve gündüzün yorumu, günümüzdeki modern tıbbın da öğretileridir. “..Uykunuzu bir dinlenme yaptık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü de bir geçim zamanı yaptık.’ (Nebe 9-11). Bu üç kavramı gereğince işleten İslam dünyası, eriştiği ruh ve beden sağlığıyla imparatorlukları şaşırtacak derecede İber Yarımadası’ndan İndus nehrine kadar olan çok farklı coğrafya ve etnik sınırları fethetmiş; buralarda ilk yüzyılla beraber kültür devrimini de gerçekleştirebilmiştir.

Kur’an; mazi ve müstakbele hitap eden bir zaman diliminden bahseder. “Rabbin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir.’ (Hacc 47). ‘Melekler ve Ruh miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde ona çıkarlar.’ (Mearic 4) ayetlerindeki zaman kavramını dünya zamanıyla ölçmek hata olacaktır. Buradaki zaman ve mekânlar Einsteinlerin ancak 20. asırla beraber diyebildikleri uzay zamanla ilgili ölçütlerdir.

Bilimin nice şaibelerle bahsettiği bast-ı zaman, tay-yı zaman (zamanın genişlemesi veya daralması) olayı da Musa (as) ile Yol arkadaşı (Hızır) ile geçen bahsi ve Ashab-ı Kehf bahsinde ibretli sahnelerle idraklerimize sunulmaktadır. ‘Bir gün veya günün bir parçası kadar kaldık’ dediler. Kimi de şöyle dedi: ‘Ne kadar durduğumuzu Rabbimiz daha iyi bilir.’…’ (Kehf 11-19)

İslam âleminin ve modern dünyanın kullandığı dünyaya ait zaman dilimleri, geçmiş vahiylerde özellikle de Kur’an-ı Kerim’de şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirtilmiştir. “Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylarıdır. Bu dosdoğru bir nizamdır.’ (Tövbe 36)

Zaman dilimlerine ait daha nice ayet ve hadis vermek mümkündür ama asıl önemli olan ve sorulması gereken şudur: Vahyin sunduğu bu akli ve nakli delillere rağmen İslam dünyasının ne zaman, neden ve nasıl bu gerçekliğin dışına çıktığıdır.

Doğu’da yani İslam kültüründe zaman kavramı, Kur’an ve Resulullah’ın telkinlerine rağmen gereğince anlaşılamamış özellikle de dünyadaki maddi mekân için yeterince değerlendirilememiştir. Batı, zamanı değerlerin hilafına değerlendirse de maddi çıkarlarıyla ilgili tüm alanlarda ve her bilim alanında hem de sistematik olarak kullanabilmiş; zamandan alabileceği azami faydaları sağlamıştır.

İşte Batılı gezgin ve elçilerin anlattıkları:

1554’te İstanbul’a gelen imparatorluk elçisi; “şarap yokluğu; mesafelerin ölçümü için kullanılan mil taşlarından, su saati kullanan adamlardan; beş vakit kuleden haykırırlar(!) ama gece zamanı için hiçbir şeyleri yok; ortak kullanımdaki ağırlık ve uzunluk ölçüleri… ile ilgili bir şeyleri yoktur..”

Zaman ve mesafe birimleri o derece ihmal edilmiş ki beyliklerin hatta ülkelerin kesin belirlenmiş sınırları yoktu. Hâkimiyetin sağlandığı alanlar, takribi sınırlar olarak kabul edilmiştir. Bir saatlik yola fersah denilmiştir ama burada da süreyi belirleyen ölçü daha çok konaklar olmuştur.

Yahudiler de Müslümanlar gibi gün, ay, yıl kavramını tabiatla sabitliyorlardı. Gün doğar, gün batar… sınır buydu. “… ve akşam ve sabah ilk gündü.” (Tekvin 1-5).

Hülasa dünyayla ilgili olan “günden az, yıldan fazla zaman dilimleri için saatler ve takvim,” reform ve Rönesans sonrası Batı aydınlanmasının yeni bir ürünüydü. Gerçi bütün bunların temeli Müslümanların Hindistan’dan alıp ileri seviyeye ulaştırdıkları matematik, geometri ve coğrafi ilimlere dayanıyordu ama modern anlamda hizmete sunan Batılılar oldu. Bu durum, saplandığı sefalet ve cehalet sınırlarını aşmak için tüm imkân ve kabiliyetlerinin sınırlarını zorlayan Batı dünyasındaki, dünya zenginliklerine konma hesabına yapılan faaliyetlerin sonucuydu ama neticeye bakmak lazım ve atı alan Üsküdar’ı da geçecekti ve geçmişti de.

Günümüzde insanlığın ortak malı olan, din ve ırk sınırlarının ötesinde bir anlamı olan bilime, her kesin ulaşma gibi bir imkân vardır. Bilimi elde eden bir fert, topluluk, grup veya illegal yapı, rahatlıkla insanlığı ihya veya imha edebilecek bir buluşa imza atabilir.

“On geceye andolsun! Çifte ve teke andolsun! Geçip giden geceye andolsun (inkarcılar azaba uğrayacaklardır)! Şüphesiz bunlarda, akıl sahibi bir kimse için üzerine yemin edilmeye değer bir özellik vardır.” (Fecr 1-5) ki;

Yakın gelecekteki zaman dilimi; insanlık ve savunmasız dünyamız için ihya edici amma daha çok da imha edici gelişmelere gebedir! Şüphesiz ki kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzünden wesselam!