• DOLAR 34.661
  • EURO 36.346
  • ALTIN 2935.85
  • ...

Analistler, komünizmin 1945 itibariyle bittiğinde hemfikir. Marx; “ilkel kominal toplumdan yürüterek komprador/kapitalist sisteme kadar getirdiği sosyal hayatın nihai dönüşümünün sonu, Sosyalist Devrim’dir” der ama yanılmıştı.

Buna göre, Kapitalist sanayinin zirve yaptığı Almanya, İngiltere hatta Fransa’da, sanayi devrimi sonrasında; ezen ve ezilen, işçi ve işveren arasında isyanlar ve kanlı çatışmalar olmalıydı. Hak arayan işçi sınıfının isyanları, kaçınılmaz komünist devrimler doğurmalıydı ama tersi oldu.

Yapılan yasalar, sendikalaşma; işçi sınıfını, işverene karşı bir yere kadar koruduğu için isyanlar, yerini yasal zeminde hak aramaya bıraktı. Proletaryanın, alt sınıfın bilinçaltını yasalarla boşaltan kapitalizm ve sermayedarlar, sessiz çoğunluğu; sunduğu pembe hayallerle oyalamasını, hakkını yine güçlülerin diyarında araması gerektiğini anlattı ve başardı(!). Daha doğrusu kitleleri, meşru zeminlerde dolaştırarak, yordu; sermaye çevrelerinin çıkarlarını koruyan yasalara teslim olmak zorunda bıraktı. Yani güçlülere karşı sığınak arayan muztaz’af kesim; iktidara talip olma yerine, iktidar sahipleriyle uzlaştı(rıldı); maaş, zamlar, primler ve sanal vaatlerle dizginlendi.

Tabi ki bu mücadelenin kazananı, kapitalist sermaye, kaybedeni de Marks’ın sosyalizmi/komünizmiydi.

“Özgürlük ve eşitlik” İslam’daydı. “Oysa biz, güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak, onları (ülkelerinin) vârisleri kılmak istiyorduk. Onları belli bir yere yerleştirmek, Firavun’a, Hâmân’a ve ordularına, sakındıkları şeyi onların eliyle başlarına getirip göstermek (istiyorduk). Biz diledik ki ezilenlere lütfedelim”(Kasas 5-6) tam da bu yüzden İslam yegâne hedef ve düşmandı. Kapitalizmin şahsında, Batı’nın gayrimeşru çocukları olan “-izm’lerinin” ortak düşmanı!

Hülasa laiklik; sosyalizm ve kapitalizmin şahsında iki ayrı versiyonda insanlığın sosyal ve siyasal hayatına uygulandı ama olmadı; olmuyor!

Komünizm; görünürde iyi vaatlerle geldi. Vaatleri, temennilerde kaldı; hayata uygulanamadı. Esasen uygulanamazdı da. Kapitalist güç çevreleriyle mücadele edeceğine, dinin şahsında değerleri hedef aldı. “Din afyondur” tezi, kilisenin sömürüsüne dayansa da faturası; eşitlik ve özgürlükleri emreden İslam’a çıkarıldı.

Bu ağır faturanın bariz örneği; Müslüman halklardan oluşun Türki Cumhuriyetlerdeki katliamlar ve asimilasyondur.

Sosyalizmin uyguladığı laiklik; burjuva despotizmini getirmiştir. Böylece kapitalizme yani Yahudi sermayeye yaramıştır. Bu muğlak haliyle, kendisini lağvetmiş, savunduğu tez ve emekleriyle, kapitalizmin cani pençesine düşmüştür.

Kapitalizm; fıtratı gereği laikliği dayatmıştır. Dini, ilahi yasaları düşman belleyip, hayatın dışına atmıştır.  Bunun için de her iktidar ve güç çevresinin kendine göre tanımladığı, daha doğrusu -görülen lüzum üzere kullanmak için- bilerek tanımlayamadığı laikliği (modern şirki), din yerine dayatılmıştır.

Laiklik; kapitalizmin elinde, komünizmden beter mazlum kanına bulanmış; red ve inkârın vesilesi olmuştur.

“Dinin hayatın dışına; İlah’ı duyulamayacak ötelere yükseltilmiş.. Dini, kendi haline bırakmamış; dinin içeriği ve bedeni üzerinde, sürekli ve çeşitli cerrahi müdahaleler yapmıştır.

Hülasa din de dindar da bu ceberut cepheden çok çekmiştir, çekmektedir.

Laikliği; anayasalarında tanımlayan Türkiye’nin Cumhuriyet tarihi ve özellikle de Fransa’nın düştüğü hal ortada! Kan, ölüm, işgal, katliamlar; “beka meselesi” için ilke olarak uygulanmıştır.

Dünya kültür ve düşün hayatına büyük değerler kazandıran Fransa; tanımladığı laikliği bile çiğnemiş; Hitler ve Musollini uygulamalarına özenmiştir.

Fransa’nın özenip uyguladığı faşizan tutumun; AB ve sair Haçlı ülkelerindeki ilim ve fikir adamlarından beklenen tepkiyi görememesi; düşündürücü olduğu kadar ürkütücüdür de.

Böyle giderse; yakın gelecekte, AB buhranlarına somut tezler sunma aşamasına gelmiş; nüfus olarak da % 10’lar seviyelerini bulmuş Müslümanlar tehdit altında demektir. Müslümanların; yasal zeminde hak ve hukuk arayabilmeleri; gerekirse yükselen aşırılıklara çözümler üretebilmeleri için, ortak akıl oluşturmaları; insanlık onurunu savunan yerli yapılarla buluşup, kaynaşmaları, çözüme yönelik tezler sunmaları gerekir.

Asr-ı Saadetten Osmanlı’ya kadar gelen süreçte, “farklı din ve ırkları bir arada yaşatan, ortak paydalarda buluşturan somut İslami tezler mevcuttur. İslam; mazide AB’deki uygulamaları yapmış olsaydı, hâlihazırda İspanya, Balkanlar hatta Ortadoğu’da “gayrimüslim” kalmaması gerekirdi.

AB’deki İslam düşmanlığı ve ırkçılık kontrol edilmesi gereken bir aciliyet arz etmekte.

AB; faşizme evrilmiş laikliğin ötesinde çareler aramalı; Müslüman Anakarası da zaten var olan kadim reçetelerini keşfetmelidir.

Belli ki 21. asır, kapitalizmin şahsında laikliğin iflas ettiği yüzyıl olacaktır. Daha da önemlisi; İslam’ın; Müslümanlara rağmen imkân ve kabiliyetlerini sunma zemini bulup bulmayacağıdır, wesselam!