Mehmet Yavuz Tipi İnsan
28 Şubat Sürecinin sancılı dönemlerinde Malatya E Tipi Cezaevinde tanıma; beraber olma şansı bulmuştum.
Onu tanımak bir ayrıcalık, onunla beraber olmak ise bir unvandı; ikisine de nail oldum elhamdülillah.
28 Şubat’ta, ondan birkaç ay sonra tutuklandık ve Van, Bingöl, Elazığ emniyetlerinin sorgu ve suallerinden geçerek; nihayet Malatya E Tipi Cezaevinde buluştuk.
O dönemler, inancından dolayı cezaevine atılan muhtelif İslami gruplar; düşüncelerinden dolayı içeri atılan çeşitli frekasyonlar vardı. Tutuklananların kimisi, kendi arkadaşını, kendi mağduriyetinin sebebi sayıyor, yekdiğerini suçluyordu…
Adalet, yargılama, özellikle de “hep karşımıza çıkan “adalet mülkün temelidir” sözü ve her şey komedi, insan aklıyla alay etme ve keyfilikti.
Böyle bir ortamda, yakalanan dindarlara, merhumun, sık sık şöyle dediğine şahid oluyorduk:
“Niye şaşırıyorsunuz? Ödül mü bekliyordunuz? Allah’ın mutlaka bizleri imtihan edeceğini bilmiyor muydunuz? Okuduğunuz ayetler, örnek aldığınız Peygamberlerin hayatı ve sünnetleri hep bu tür imtihanlarla dolu değil miydi?
Bu günlerin geleceğini, iftiralara uğrayacağımızı; sevdiğimiz kimilerinin dualarını bile esirgeyeceklerini… bilmiyor muydunuz..?” diyordu.
Merhumun sözlerini çoğaltmak mümkün...
O; yumruğu, kaba kuvveti, silahı, sopası, çatık kaşları, buruşmuş alnı olamayan bir candı; delikanlıydı; korkusuz bir yiğitti.
Karşısına dikilen muannit nefislerin kalelerini bir buluşma ve diyalogda yer ile yeksan ederdi. Onun masumiyetine karşı direnmek, ona karşı dikilmek her yiğidin, her insanlık onurunu taşıyan yüreğin karı değildi.
“Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan
Beni bir gözleri ahûya zebun etti felek”
mısraları tam da onun için biçilmiş kaftandı.
İnsanları ürküten, nice insanların kaçındığı kişiler, onun yufka yüreğine, şeker sözlerine, şefkat kanadı gibi gerilen el ve kollarına teslim olmak zorunda kalıyordu.
İnsanı kendine aşık eden bir yönü vardı. Onu avlamaya gidenler avlanıyordu muhakkak.
İnsan şekline bürümüş ruhani, nurani bir varlıktı Hakk şahittir, eleştirisi keskin olan biri olarak, abartısız ve yüreğimin, vicdanımın, izanımın sesi olarak söylüyorum.
Mektepli ama medresenin tüm inceliklerini, latifelerine kadar sindirmiş ve hayata döken bir liderdi.
O; “bir insan neden ve niye bu kadar sevilebilsin ki?” sorusunun somut cevabıydı.
Siyasete, ahlak, vicdan ve terbiye getiren bir siyasetçiydi.
Vefa denen ilahi özelliğin abidesiydi.
Bazen; şahsımdan; Ehmedê Xani, Cezeri.. divanlarından muhtelif konularla ilgili şiirler istediği de olurdu. Tarih ve edebiyatın çoğu konularında kesişiyorduk.
Mela’nın divanından beraber takti ederek okuduğumuz şiirler oluyordu. “Felrad jı destê fırqetê…”
Zindanı mektebe çevirebilenlerdendi.
Siyasi olarak; yarının tarihini çok iyi okuyabilen, dünün tarihinden mükemmel dersler çıkarabilen bir tarih ve siyaset adamıydı. Ortamını tanımış; kendini aşmış, zamanın üstüne çıkabilmiş biriydi.
Ümmetin tanıması gereken ama yeterince tanıma fırsatı bulamadığı yitik bir dünyamızdı.
Hayatı, hareketleri, hitabeti, tavır ve tarzının her biri kendi alanında “Mehmet Yavuz Tipi insan” tiplemesini oluşturuyordu. Sözle aslanlara zincir vuran; genç yaşında yüz yıllık lezzetlerin alasını tanıyan ve yaşayan bir kamil insandı kardeşim.
Bir erkesinde; “Bu halk bizim ancak, bu halimizle değil, şimdilik değil..” demiştim de rahmetli; “aynen, ben de altına imzamı atarım” demişti.
Zamanın; hedefe varmak, halkın maneviyatına hizmet etmenin” yollarına acımasız engeller koyduğunu; bunları başarmanın kolay olmayacağını hep belirtiyorken; “Allah’ın izniyle, bu çilekeş kadrolarla bizler çok şeyin üstesinden gelebiliriz” diyordu.
Mekanı cennet derken, maneviyatına sesleniyorum;
Sensizliğin acısını yaşıyoruz, sen gibi sevilecek güzel insanlar nerde ne zaman…
Rabbim; bu acip asırda, seni tertemizken dergahına alıyormuş; ey kısa bir ömründe, asırlık kemalatı bulan brayê delal…!
Başımız sağolsun, mirası mirasımızdır wesselam.