• DOLAR 34.644
  • EURO 36.396
  • ALTIN 2912.21
  • ...

Arap Baharı`nın Arap ve İslam âlemini ne kadar etkileyeceği, halklar ve diktatörler açısından ne getirip ne götüreceğinin hesabı henüz tam olarak ortaya çıkmış değil.

Bahar`la beraber birbirleriyle çakışan çok farklı pozisyonlar ortaya çıkmış durumda. Halkların aldığı pozisyon; Bahar`ın salladığı diktatörlükler; Bahar`ın kumanda mekanizmasına oturup kendi saltanatlarını selamete çıkarmayı hedefleyen despotlar; Bahar`dan medet umarak rejim değişiklikleriyle yeni bölgesel siyasi denklemler peşinde koşan Amerika ve Bahar`ın model ülkesi sloganıyla ortaya çıkan Türkiye…

Öbür taraftan bölgesel denklemde söz sahibi olan İran, yakın müttefiki Hizbullah, ikisi arasında kalan ve kördüğüme dönüşen Suriye… Bol pozisyonlu bir siyasal kombinasyon!

Bahar`la beraber aktörlük sahnesine koşan her unsur farklı bir pozisyon almış durumda. Pozisyonların çokluğu, meseleye bakış farklılığının da çokluğunu beraberinde getiriyor. Bu türden önemli bölgesel ve uluslararası meseleler aynı zamanda kitlelerin siyasal pozisyon alışlarında da değişmelere, farklılaşmalara, yeniden pozisyon alışlara sebep oluyor. İslam dünyasının genelinde olduğu gibi Türkiye`de de bunun yansımaları yaşanıyor. Daha düne kadar aynı siyasal bakış açısına sahip olan farklı kesimlerin özellikle Suriye meselesi üzerinden kalın hatlarla ortaya çıkan ihtilaflara gark olmaları, farklı siyasal kulvarlarda mevzilenme yoluna gitmeleri gibi fiili bir durumu ortaya çıkarmış bulunuyor.

Kısacası 1979 İslam İnkılâbı ve müteakip hadiseler etrafında şekillenen düşünsel bakış açısı da Bahar havasına artık yenik düşmüş gibi görünüyor. Bunda, İran`ın bölgesel gelişmeleri okuma politikasının belirleyiciliği kadar, Bahar`a uluslararası güçler adına kısmi patronajlık yapan Türkiye`deki siyasal iktidarın geçmişe dayandırılan “İslami” köklerine duyulan güven ve bu güvenin beraberinde getirdiği “birliktelik ruhu”nun da etkisi bulunmaktadır.

Ama yine de sıcak hadiselerin gölgesinde düşünsel bakış açılarının farklılaşması, samimiyetin elden bırakılmaması koşuluyla normal karşılanabilir, karşılanmalıdır da.

Dolayısıyla ‘Bahar havası`na doğrudan ya da dolaylı, pratik ya da teorik müdahil olan herkes ve her kesimin tutumu hararetle tartışılıyor, niyetler sorgulanıyor. Anlaşılan o ki, sular duruluncaya kadar da bu durum devam edecek.

Buraya kadar her şey normal! Veya öyle diyelim, öyle olsun.

Ama hiç de normal olmayan, alışılmışın dışında kalan bir durum inceden inceye kendini hissettiriyor. Bugüne kadar tüm zamanların kötülük kaynağı siyonist rejim, bölgesel bazda olası her gelişmede sanık sandalyesine ilk oturtulup etkisi sorgulanan taraf oluyorken, bölgeyi bu denli saran değişim ateşinde adeta gözaltı hücresinde unutulan mahkûm konuma itilmiş görünüyor.

Bunun, halk hareketlerinden siyonist rejim yararına yeni bir bölgesel siyasi denklem hayali kuran bölge dışı güçlerin bilinçli bir tercihi olduğunu belirtmeye bile gerek yoktur. Herkesin, her kesimin konumu tartışma ve sorgulama konusu olduğu bir esnada siyonist katilin konumunun gündeme dahi gelemiyor olması yeterince anormal bir durum değil midir?

İslam dünyasının tümünde olduğu gibi Türkiye`de de bölgesel bazdaki önemli gelişmelerde siyonizm etrafındaki hassasiyet had safhada iken bunun hiç gündeme gelmemesi, duyarlı kesimlerin “hassasiyette irtifa kaybı” veya “hassasiyette boşluğa düşme” olarak da yorumlayabilirsiniz. Oysa Türkiye`de Siyonizm yararına lobicilik yapmayı “Hizmete özel” addeden bir çevre vardır ki, kötülüğün odağında bulunan israil`i çekip yerine İran`ı yerleştirme savaşımının en fahiş yöntemlerini uygulamaktadır. siyonistten devralınan hassasiyet boşluğunun yerini İran`la doldurmanın gayretkeşliği hassasiyette irtifa kaybını bertaraf edecek mi bilinmez. Ancak “Hizmet lobisi”nin şapkadan bile tavşan yerine İran`ı çıkaracak kadar klasik illüzyonistlere taş çıkartan mahir sihirbazlar oldukları dikkatlerden kaçmamaktadır.

“Siyonizme Hizmet Vakfı” gibi çalışan bu kesimlerin “Roaming dolaşım hizmetleri”ne karşı siyonizme diyet borçlu olduklarını elbette biliyoruz. Ki bu tavır onların bilinçli tercihidir, hayrını görsünler diyelim. Tabi görebilseler…

Gel gör ki bu diyet borcu sadece kendileriyle sınırlı kalmıyor. Özellikle medya vasıtaları üzerinden gündem saptırıp bölgesel her gelişmede tüm olumsuzlukların faturasını İran`a kesmeleri, bunu da daha çok mezhep ayırımcılığı gibi kurumsal fitne politikalarıyla yapmaları, tahribatın boyutlarını daha da artırmaktadır. Hiçbir ahlaki sınır tanımayan “Hizmet lobisi”, medya üzerinden siyonizm yararına düşünsel bir erozyona sebep olduğu gibi, siyaset kurumu üzerinde de bir baskı oluşturmayı hedeflemekte, böylece bölgesel sorunların bölge dışına taşınarak içinden çıkılamayacak derecede karmaşık hal almasını hedeflemektedir.

Özellikle Suriye`deki olayların kanlı hesaplaşmaya dönüşmesinden sonra siyonizmden ödünç aldıkları söylem ve tekniklerle İran`a dönük karalama furyasını başlatan lobi, en son zam yiyen doğalgaz ve elektrik faturalarının ceremesini bile İran`a kesecek kadar işi ileri götürdüler. Başbakan`ın İran gezisi sonrası İran`la ilgili olumlu mesajlarına inat olarak son süreçte daha fazla karalama kampanyasına giriştikleri ise herkesin malumudur.

Peki, ama şu malum Lobi ne istemektedir? Evvela maslahat gereği sükûtu altın bilen israil ağzıyla konuşması, israil`in neden Bahar uykusuna yattığını da izah etmektedir. Lobi`nin en büyük hedefi, yine israil`in en büyük arzusu olan Türkiye – İran ilişkilerinin tamamen bozulması ve İran düşmanlığının Türkiye`de resmiyet kazanmasıdır. Çünkü en başta Suriye meselesi olmak üzere bölgesel buhranların çözümünde en etkili yol, bölgenin iki önemli aktörü olan İran ile Türkiye`nin yapacakları işbirliğinden geçmektedir. Şayet Türkiye, Batı etkisinden çıkıp İran`la serbest şekilde bir işbirliğine gitseydi, Suriye`deki olaylar bunca süre sürüncemede kalmadan bir çözüme kavuşmuş olabilirdi. Oysa israil`in maslahatı, bölgenin sürekli sorunlarla boğuşması ve uluslararası aktörlerin müdahalesine devamlı açık olmasından geçmektedir. Bölge ülkelerinin sorunların çözümünde işbirliğine gitmeleri ise en büyük kâbusudur. Hele bu ülkeler İran ve Türkiye ise!

Lobi`nin ilkesiz, omurgasız propagandası o kadar pervasızlaşmış ki, Türkiye için İran`ın ne kadar büyük tehlike arz ettiği noktasında akıllara ziyan çabası sürerken, İran`ın da israil`le dayanışma içerisinde olduğu yönünde haber bombardımanını sürdürmesi, olsa olsa kendi takipçi ve müntesiplerinin zekâsına verdikleri önemi de ifşa etmektedir. Sivri geçinen zekâlıları etkilemenin yolunun da istismarı kural haline getirme aracı olarak kadim bir geçmişe sahip “Kanlı gömlek” uygulamasını gerekli kılması, Suriye`de devam eden sivil ölümlerin ardındaki gerçeğe de ışık tutmaya yetmektedir.

Lobi`nin, tüm çirkinliklerini “İslam`a” adama aldatmacasına kimse düşmesin. İslami bakış, Süreyya yıldızına da çıksa dinin tesisini öngörürken, Lobi, Süreyya yıldızı diye Siyon yıldızını işaret etmekte, operasyonel lobicilik faaliyetlerini bu minval üzere yürütmektedir.

Tabi siyonist aktöre bu cansiperane kahramanlığın iç iktidar mücadelesindeki getirisi ne oranda olacaktır ya da olacak mıdır, bilinmez.

Ama Peres, Golan Tepelerinde “Suriye rejiminin düşmesi Hizbullah için ölümcül darbe olacaktır” derken kimlerin şerefine kadeh kaldırdığını tahmin etmek güç olmasa gerek.