• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...

2009 yılının sonlarıydı. Gazetemizi arayan bir şahıs, kendisinde çok önemli bilgiler olduğunu, bu bilgileri gazetemiz Doğruhaber ile paylaşmak istediğini belirtiyordu. Yaklaşık yarım saat sonra gazeteye ulaşan şahıs, kısa süre önce Taraf gazetesinde yer alan bir haberi bizimle paylaşmak istediğini belirtiyordu.

Haber, Şırnak`ın Silopi ilçesine bağlı Görümlü karakolunda gömülü olduğu iddia edilen altı köylünün cesetleriyle ilgiliydi.

O günlerde “Tanıkların” beyanına dayandırılan ve krokilerle desteklenen söz konusu haber Taraf gazetesinde yer almış, hatta gazete, ilk tanığın ifadelerini destekleyici mahiyette ikinci bir “Tanık” daha bularak ilgili haberi teyit etme yolunda ikinci kez aynı haberi manşetlerine taşıyordu.

Gazetemize gelen şahıs, Taraf`ta yer alan krokileriyle beraber olayı ilk günkü hararetiyle bize anlatıyordu.

“İyi de Taraf zaten haber yaptı ve bu tür haberlerin üzerinde de ısrarla duruyorken neden bize gelme zorunluluğunu hissettiniz ki?” diye sorduk. Verdiği cevap, Taraf bu haberin peşini bıraktı, artık bunu gündeme getirmeyecek” şeklinde olmuştu.

Sebebi ne ki? Oysa Taraf bu tür haberleri vermekle şöhret buldu?

Aldığımız cevap, “Herhalde yukarıda bulunan bazılarına dokunmuş, işin peşinin bırakılması istenmiş, taraf da bu nedenle artık bunu gündeme getirmeyecek” oldu.

Sohbet koyulaşırken, meğer “Tanık” Taraf gazetesine uğramış, daha önce kendisiyle görüşen ve haberi yapan Mehmet Baransu ile görüşmek istemiş, Baransu görüşmediği gibi adama bir daha gelmemek üzere kapının yolu gösterilmiş. Sonrasında ise Tanık`ın ifadesiyle “Eş dost tavsiyesiyle” Doğruhaber`e yönlendirilmişti.

Şahsın ismini ve iletişim bilgilerini aldıktan sonra “Şayet haber yapma gereği duyarsak iletişime geçeriz” dedik ve sohbet bu şekilde neticelendi.

Taraf ve paralelindeki medya gerçekten de o haberin peşine bir daha da düşmedi. Ancak olayın yayınlanmış olması, bu kez mağdur yakınlarını ve avukatları harekete geçirdi. Bunun neticesinde üç yıllık bir aradan sonra soruşturma açıldı ve karakolda belirtilen yerde kazı çalışmalarına başlandı. Ancak cesetlerle ilgili herhangi bir ize rastlanmadı. Dönemin yetkilileri aleyhine açılan ve halen devam eden dava ise sadece “Tanık” ve mağdurların soyut ifadeleri üzerinden yürütülmeye çalışılmaktadır.

Şunu vurgulamak için bu meseleye değindim.

2009`da biliyorsunuz, her rütbeli potansiyel bir Ergenekoncu olarak algılanmaktaydı. Karanlık olayların aydınlanması yolunda umutlar en zirve noktadaydı. Ancak kısa süre sonra anlaşıldı ki, açılan soruşturmalar karanlık icraatların ortaya çıkarılması için değil, tasfiye edilmesi öngörülen belli bir kliğin bertaraf edilmesini hedeflemekteydi. Tasfiye edilmesi gerekenlerin listesi oluşturulmuş, işlenen devasa cürümler ise tasfiye edilmesi gerekenlerin üzerine atılarak başka türlü hedeflerin gerçekleşmesi amaçlanmıştı. Bundan dolayı bazı olaylar, failleriyle birlikte gazetecilik kazası neticesinde kamuoyuna duyurulmuş olsa da, bu durum, failin fiillerine göre değil, halihazırda failin hangi tarafta saf bağladığına göre neticelenmekteydi.

Şuraya varmak istedim.

Batman`da 1993 yılında polis tarafından alıkonulduktan sonra bir daha kendisinden haber alınamayan Cevzet SOYSAL ile ilgili sır perdesi, yakın zamanda Sabri UZUN`ın İN kitabında yer alan bilgilerle büyük oranda aralanmış oldu.

Devlet adına insan kıyımına girişen ekibi isimleriyle deşifre eden kitaptaki tanık, güvence karşılığında savcılara her şeyi anlatacağını söylüyordu. Nitekim çok geçmeden bahse konu tanık, gazetelere bunu teyid eden beyanatlarda bulundu. Ardından da savcılığın soruşturma başlattığı ve tanığın ifadesinin alındığı haberiyle karşılaştık.

Tanık beyanına göre tüm failler ortaya çıkarılmışken soruşturmanın ifade almakla kaldığı ve bunun dışında herhangi bir gelişmenin yaşanmadığı bilinmektedir. Acaba ilgili savcılık neden bu konuda daha ileri adımlar atmayarak suçlulara ulaşmaya çalışmamaktadır?

Ergenekon sürecinde, suç işleyenlerin hangi siyasi, ideolojik kampta yer aldıklarına göre muamele gördükleri gerçeğini yaşayalı çok zaman olmadı. Bu vesileyle hukuk sisteminin de yine atılı suçlara karşı dönemin iradesine göre hareket ettiği bir kez daha ortaya çıktı. Acaba Cevzet SOYSAL`ın katilleri için de aynı kural mı işletiliyor? O gün devlet adına terör estirirken yeni deşifre olan grup veya gruplar, acaba konjonktüre göre saf belirlemek suretiyle dokunulmazlık kisvesine mi büründüler?

Dün Egenekon`a karşı görünenler devlette “Prens” muamelesi görürken, bugün Paralel karşıtı görünmek “Prenslik” için yegane ölçü olmuş durumdadır. Acaba Cevzet SOYSAL`ın katilleri dönemin ruhuna uygun olarak “Prenslik” kisvesine bürünerek kurtuluş diyarına kanat mı çırptılar? Değilse savcılık soruşturmasından neden bir ses, seda işitilmemektedir?

Her türlü haltı işleyen “Kırk Haramiler” ortadayken bunlara Ali Baba`lık yapanlar mı çıktı? Bunlar bizim… Hem de öz haramilerimiz, diyen yeni Ali Baba`lar mı işbaşında?

Değilse; tanığı, kaçıranı, işkence edeni, katledeni, gömeni belli olan Cevzet SOYSAL`ın davası neden ilerlememektedir? Engelleniyorsa kim bu haramilerin modern Ali Baba`sı?

İyi de Ertuğrul`un, Figen`in, Kışanak`ın Ne Günahı Var?!

Yolsuzluk suçlamasıyla gözaltına alındıktan sonra Artuklu Üniversitesi Kürdoloji Bölüm Başkanlığı`ndan alınan Prof.Dr.Kadri YILDIRIM, bildiğiniz gibi HDP listesinden Siirt milletvekili adayı oldu.

Kadri Yıldırım, Rudaw`a konuşurken ilginç bir iddiada bulunarak, seçilmesi halinde ilk işinin TBMM`de ücretsiz Kürdçe kursu açacağını ve Başbakan A. Davutoğlu ile Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan`a Kürdçe`yi öğreteceğini söyledi.

Müstakbel “iki kursiyer adayı” Kürdçe kursuna yazılıp Kürd dilini öğrenmek isterler mi bilinmez. Ama bilinen bir şey var ki, Kadri Yıldırım “hem dil, hem din” alanında” ihtisas sahibi bir kişiliğe sahip.

Bilinen bir şey daha var! O da Prof`un kendi partisinden çok sayıda kişinin Kürdçe bilmediği gerçeğidir. HDP milletvekili aday dağılım listesine göre “100 Türk, 100 Kürd aday” mevcut. Demek ki sadece milletvekili adayları arasında otomatikmen “100 kişi” Kürdçe`den mahrum bulunmaktadır. Bu sayı, Türk-Kürd farklılığı baz alınarak açıklanan sayıdır. Bunlara bir de ufak tefek azınlık mensubu adayları ve mezhep-meşrep farklılığı esasına göre belirlenmiş adaylardan Kürdçe bilmeyenleri eklerseniz hayli kabarık bir liste ile karşı karşıya kalırsınız. Hele ki “Kürd olup Kürdçe`nin yanından bile geçemeyen” partili ve adayları da hesaba katarsanız, Prof`un işinin hayli zor olacağını şimdiden söylemek gerekecektir.

Sözüm ona “Kürd siyasi hareketi” ya da “Kürdlerin yegane temsilcisi” olan bir parti içerisinde bunca Kürdçe bilmeyenlerin” öne çıkması, müstakbel kursa katılmamak için bahane arayacaklarına kesin gözüyle bakılan Prof`un sözkonusu ettiği “iki kursiyer adayı” için son derece elverişli bir mazeret olacaktır.

Ya da meseleye tersten bakalım. Diyelim ki Başbakan ile Cumhurbaşkanı, danışmanlarının “Efendim katılmazsanız Süreç bozulur” telkini nedeniyle kursa yazılarak Kürdçe öğrenmeye karar verdiler. Bu durumda mesela yüzlerce HDP vekil adayı mahcup olmaz mı? Mesela Ertuğrul alınganlık göstermez mi? Ya da Figen, hatta Kışanak!

Zor… Çok zor! Prof ağır bir taahhüdün altına girdi ve işi oldukça zor görünüyor. Hele Pervin`in Newruz`da “kutsal metni” okurken giriştiği Kürdçe katliamı hala zihinlerde canlılığını koruyor iken!