Çözüm süreci özürlü doğdu; çatışma doğurdu
Geride kalan açılım süreci sonrasında ortaya çıkan tablonun özeti, bu süreçte tezleriyle rol alıp ileri atılanların başarısızlığı olmuştur. Devletin ayakları bir türlü yere oturmayan projesi iflas etti; PKK`nin çözüme dönük muğlak projesi iflas etti; süreci zılgıtlarla karşılayan sol-liberal kesimin tezleri iflas etti. Sonunda devlet, PKK`nin iflah olmaz olduğuna hükmetti; PKK, devletin çözümsüzlükte ısrarcı olduğunu keşfetti; liboşlar ise oynadıkları “Kralın soytarıları” rolü nedeniyle süreçten biraz şaşkın biraz da yıpranmış olarak çıktı.
Bugüne kadar öneriler babından bir çok kişi, kurum veya çevrenin meselenin çözümüne dönük farklı önerileri oldu. Ancak öne çıkarılarak popülerleştirilmek istenen önerilerden hiç birisinin odağında, çok uzun zamanlardan beri birlikteliğin temel formülünü barındıran İslami bakışın izine rastlanmadı. İslami anlayışa vurgu yapılmadı, yapılan vurgular da çift taraflı olarak siyasi ve medyatik ablukaya maruz bırakıldı.
İslami STK`ların değişik zamanlarda yaptıkları çalışmalarla hazırlanan öneriler, bu önerilerin yer aldığı raporlar ya da kamuoyunda İslami perspektifleriyle bilinen aydın ve entelektüellerin önerileri de sürecin gelişimine katkısı olmadı. Çünkü sorunun çözümü noktasında sahne alan ya da rol verilen kişi, kurum ve grupların ortak tutumu, meseleye İslami bir yaklaşımı da alternatifler arasına almaya el vermiyordu. Yeniden başlayan çatışmalar da gösterdi ki, açılım sürecinde umutların zirveye çıkmasına karşın devlet politikası haline gelen hükümet politikası ile PKK`nin politikasının kesiştiği temel nokta, manevra çeşitliliği ve bol entrika üzerine kurulu olmasıydı. Bunun yanında sürece yön vermede başarı sağlayan sol-liberal bakış açısı da devlet-PKK ikilisi gibi İslami bakış açısının da bir alternatif olarak değerlendirilmesi şansına prim vermiyordu.
Hükümet içerisinde, geçmişten gelen İslami bakış açısına duyulan bireysel özlem belki mevcuttu. Ancak devlet politikası olarak bunun pratiğe dönüşmesi mümkün olmadı. Geleneksel devlet politikasında bir paranoya haline gelen Kürt sorununun çözümünde İslamileşmeye gitmek, daha tehlikeli bir paranoyaya tutulmak anlamına gelecekti. Aynı şekilde PKK`nin de dayandığı ideolojik köken itibariyle İslami motifli çözüm önerilerine olumlu yaklaşım göstermesi imkansızdı. Çözüm arayışlarına bodoslama atlayan sol-liberal ittifakın, düşünsel anlamda Kemalizm ile sosyalizmin harmanlanmasıyla oluşan konjonktürel bakış açısı da herkesin malumuydu.
Hal böyle olunca “çözüldü çözülecek” denen mesele, uluslararası güç odaklarının duruma müdahalelerinin yanı sıra kişisel ihtiraslara, grupsal çıkar anlayışlarına, farklı tahakküm arayışlarına, çözüm ile tasfiye polemiklerine kurban edildi.
Geçen hafta Yeni Şafak`tan Salih Tuna, yeniden şiddetlenen çatışma ortamına atıfta bulunarak akan kanın durması ve soruna kalıcı çözüm sağlanmasını içeren bir yazı kaleme alarak Kürt ve Türk İslam alimlerine bir çağrıda bulundu. Meselenin çözümü için bir araya gelerek bir fetva yayınlamalarını istedi. Buna aynı gazeteden cevap veren Hayrettin Karaman ise, meselenin çözümünde İslami anlayış ve alimlerin bakış açısını önemsemeyen çözüm arayışlarına atıfta bulunurcasına topu “Seküler dinin siyah cübbelileri”ne atarak cevap verdi.
Salih Tuna`nın çağrısı, ilke olarak boş bir çağrı değildi. Aslında ihtilaflı bir meseleye etki edecek güce sahip en temel faktör, İslami anlayışla meseleye yaklaşım gösterilmesi ve İslam alimlerinin/düşünürlerinin insiyatif almasıydı. Ancak çözüm konusunda İslami yaklaşıma şans tanımayı “abesle iştigal” addeden farklı zihniyet sahiplerinin insiyatif kullandığı bir mecrada bu yönde yapılan/yapılacak her türlü girişimin akamete uğradığı/uğrayacağı da unutulmamalıydı. Bunun yanında “çözüldü çözülecek” denilen ortamda İslami anlayışın olası katkısını dile getirmeyi hatırlama gereği duyulmazken yeni karmaşa dalgasının baş göstermesiyle bir anda Müslüman alimlere havale çıkarmak da olacak iş değildi.
Kaldı ki nedendir bilinmez ama, içerisinde İslami hassasiyetlere bağlılıkları ile bilinen hükümet, bölge halkının da ortak hassasiyeti olan İslami bakış açısını ortaya koymaktan itinayla kaçınma yolunu tercih etti. Hatta geçmişten gelen yol arkadaşlıkları bulunan ve medya ile entelektüel alanda saygın konumları bulunan bir çok kişi, açılım sürecinde İslami hassasiyetler ve İslami çevrelerin görüşlerinin dikkate alınması, bu olmadığı takdirde sürecin başarısız olacağına dönük defaaten çok ciddi uyarı ve önerileri olmasına karşın yetkili mercilerden hiç kimse bunu önemseme yoluna gitmedi. Bu alanda yapılan planlamanın ana ekseni, yapılacak bazı iyileştirmelerle beraber PKK/BDP faktörünün şiddeti reddeden bir dönüşüme tabi tutularak sorunun ucuza kapatılması üzerine kuruluydu. Dönüştürme çabalarını, yerel iktidara kilitlenen PKK tarafından tasfiye olarak değerlendirilince de ipler tamamen koptu ve bugün tekrar canlanan çatışma sürecine kapı aralanmış oldu.
Çözüm adına bölgenin ve tüm Türkiye halkının İslami hassasiyetleri ötelenirken PKK`nin gözden düşürülmesine dönük örgüt şeflerinin sosyalizm ve Zerdüştlük sevdalarına İslami hassasiyetlere vurgu yapılarak eleştirel yaklaşılması, elbette çözüme İslami hassasiyet katmak manasına gelmiyordu. Nitekim PKK`ye paralel kurumların da dini alana müdahil olarak sivil Cuma ve cami boykotuna yönelmesi, iki tarafın da İslami hassasiyetlere karşı takındıkları “nemalanma” olgusunun bir sonucuydu.
Çözüme dayalı İslami anlayıştan kaçınıldığıyla ilgili tabii ki farklı veriler de vardı. Bir taraftan itaatkar bir toplum inşa planları, resmi ideolojiye akredite olmuş dini motifli kimi yapılanmalar üzerinden teşvik görürken bölgenin özgün İslami kurumlarına karşı takınılan ikircikli tavır, halkın, dolayısıyla bölgenin İslami hassasiyetlere yönelmesinin önünü almaya dönük kadim devlet politikasının tipik bir uygulamasıydı. PKK`nin sahip olduğu sol düşünce eleştirilirken İslami mesajlara sığınılmasına karşın bölgedeki İslami kesimlere ait sivil-legal kurumlara karşı takınılan olumsuz tavır, kurulan komplolar, yapılan keyfi baskınlar, aktivitelere kurulan barikatlar resmi politikaların oluşturduğu tezat ve çifte standartları gözler önüne sermekteydi.
PKK`nin düşünsel/ideolojik saplantılarına karşı Kürt halkının Müslümanlığını öve öve bitiremeyenlerin, bölgede yapılan devasa İslami etkinliklere organizeli, planlı, programlı, bir medya karartması uygulaması, İslami hassasiyetlerle örülü bölge gerçekliğini örtbas etmenin en bariz halkasıydı. Üstelik bunun başını çekenlerin de güya İslami hassasiyetlere sahip olduğu iddia edilen medya grupları olması ayrıca anlamlıydı.
Sokaklarda eylem yapan çocukların görüntülerini tekrar tekrar yayınlayanların, Newroz`dan canlı yayın yarışına girişenlerin Kutlu Doğum programlarına gösterilen sevgi sellerine haber değeri bile biçmemeleri, Kürt halkının İslami hassasiyetlerini bitiremeyenlerin düştüğü siyasi/medyatik çapkınlığın boyutlarını ele vermesi açısından “takdire şayan”dı. Kaldı ki aynı etkinliklerin belli zamanlarda düzenleyenlerin karşısına “örgütsel içerik” olarak çıkarılıp “terör suçu”na indirgenmesi ve bu yolla insanların astronomik cezalara çarptırılması, siyasi/medyatik çapkınlığın yerine göre yargısal sapkınlığa dönüşmesini beraberinde getiriyordu.
Bölgeye has İslami hassasiyetlere dönük bunca çifte standart mevcutken meselenin çözümünde hala İslami kesimi duyarsızlıkla, meseleye lakayt kalmakla itham etmek de ayrı bir hastalık olarak varlığını sürdürüyor.
Ama her şeye rağmen bu durum, özellikle bölgede aktif İslami camiaların sorumluluktan kaçınmalarını da mazur göstermiyordu. Nitekim değişik camiaların sıklıkla dile getirdikleri sorunlar ve çözüm önerileri her ne kadar kamuoyuna pek yansıtılmadıysa da bu alanda hatırı sayılır tespit ve çözüm önerilerinin ortaya konulduğunu hatırlatmakta yarar var.
Açılım sürecinin başlangıcında her kesimin önerilerine kulak verileceğini belirten hükümet çevrelerine İslami kurumlardan bir çoğu gibi Mustazaf-Der de kapsamlı bir rapor hazırlayarak sürecin gelişmesine katkı sunma yoluna gitti. Resmi makamlara ve bölgeye giden hükümet yetkililerine sunulan raporda yer alan sorunlar ve çözüm önerileri, İslami hassasiyetlere yaptığı vurgu açısından hayli çarpıcıydı.
İnşallah gelecek hafta söz konusu raporun önemli bazı tespit ve önerilerine yer vereceğiz.