Yemen`de Suriye Sendromu
Yemen veya Ortadoğu`da karışıklığın pençesindeki herhangi bir İslam ülkesinin durumunu, dolayısıyla bir bütün olarak İslam dünyasının yaşadığı genel sıkıntıları anlamak için belki de Avrupa`nın karanlık çağındaki geçmişine bakmak gerekecektir.
Özellikle XVII. yüzyılda yaşanan ve tüm Avrupa`yı pençesine alan “Otuz Yıl Savaşları”, gerekçe ve mahiyet itibariyle İslam dünyasının bugün yaşadığı “Karanlık çağının” anlaşılmasını, acı da olsa anlamamıza vesile olabilir.
“Otuz Yıl Savaşları”, Avrupa`da mezhepsel çelişkiler üzerinden patlayan bir savaş olsa da, temel neden, Roma-Cermen İmparatorluğundaki yüzlerce prensliğin nüfuz elde etmek istemeleri nedeniyle farklı taraflarda yer alarak savaşa katılması, nihayetinde bu savaşları siyasi-askeri bir iç çekişmenin parçası kılmıştır. Katolik-Protestan çelişkiler, nüfuz savaşı için elverişli bir zemin haline dönüştürülmüştür.
İslam dünyasının bugün yaşadığı benzer sorunlar, mahiyet itibariyle Avrupa`nın o günkü karışık görüntüsüne tekabül etse de, bu kaosu Avrupa karanlık döneminden ayıran bazı özellikleri de yok değildir.
Mezhepsel çelişki görüntüsü altında yürütülen nüfuz savaşları ve iç çatışmalar üzerinden Avrupalılar birbirlerini yerken, o dönemde İslam dünyasını temsilen Osmanlı İmparatorluğu, bunu daha da alevlendirip yararlanmak yerine bu durumu başka yönden fırsat olarak değerlendirmiş ve daha ziyade “Doğu seferleri” için fırsata dönüştürmüştür.
İslam dünyasında bugün kısmi iç çelişkiler üzerinden yürütülen kaos ve çatışmalar, temel nedenleri itibariyle “iç sebeplere” dayandırılsa da, patlak veren her olayda “dış etkenlerin” çatışmalardaki etkisi üzerinden topyekün bir ittifak sağlanmaktadır. Hiçbir konuda “ittifak” sağlayamayan İslam dünyasının belki de “ittifak” sağladığı tek nokta da burası olmaktadır.
İslam dünyasının çok yakın dönemde yaşadığı önemli olaylar vardır. Her birisi bir travmaya yol açan bu olaylarda iç etkenlerin yol açtığı sebepler görmezden gelinemezse de dış etkenlerin çok açık belirleyiciliği konusunda ittifak vardır. Ama maalesef bu ittifak, pratikte olumlu herhangi bir sonuca tekabül etmeye yetmemektedir.
Kadim bir sorun olarak Filistin meselesini bir yana bırakırsak, “Afganistan`ı kim bu hale getirdi?” sorusuna verilecek cevapta herhalde dış aktörler birinci sırada yer alacaktır. Irak, Suriye, Mısır ve Arap Baharı`nın diğer mağdur ülkeleri başta olmak üzere lokal sorunlar yaşayan tüm ülkeler için de bu durum geçerlidir. Hatta ülkelerin kendi halklarına rağmen sürdürdüğü otoriter yönetim tarzlarının müsebbibleri olarak da yine dış aktörlerin etkisi en başta zikredilecektir. Afganistan`dan ders alınsaydı, Irak yaşanmazdı; Irak`tan ders alınsaydı, Suriye yaşanmazdı; Suriye`den ders alınsaydı, Yemen yaşanmazdı. Yemen`den de ders alınmayacağı için artık sırada bir başka ülkenin olmayacağını kimse iddia edemez. Hatta Filistin`den ders alınsaydı belki de bunların hiç birisi yaşanmazdı.
Bunca işgal, saldırı, sömürü ve katliamlara rağmen hala tüm kinimizi, müsebbibliklerinde ittifak ettiğimiz dış aktörler yerine birbirimize kusmaya devam ediyorsak, bunu da dış aktörlerin birer “armağanı” olan yapay argümanlar, kısır ihtilaflar üzerinden yapıyorsak, İslam dünyası olarak daha nice Afganistan`ları, Irak`ları, Suriye`leri, Yemen`leri, modern Kerbela`ları yaşamamız kaçınılmaz olacaktır.
Gündemde Yemen var. Ortaya çıkan dramatik tablolara rağmen Irak üzerinde, Suriye üzerinde İslam dünyası olarak ortak bir noktada buluşmak yerine birbirimize karşı daha da bilenen keskin kılıçlara dönüşüyorsak, Yemen`i özel olarak irdelemenin çok da fazla bir önemi kalmıyor. Yıllardır Amerika, askeri üsleriyle Yemen`de bulunuyor. Askeri üslerden havalanan katil predatörler vasıtasıyla yıllardır Yemen`de katliamlar yapılıyor. Bu katliamlara tepki vermek bir yana, her türlü desteği insafsızca Amerika`ya bahşeden kiralık krallar, bir anda “Kararlılık Fırtınası” adı altında mobilize edilerek erkekliğe adım attıklarını ispat etmenin “kararlılığını” sergileme yoluna başvuruyorlar.
Irak`ı mezbahaneye çeviren tüm aktörler, nedense Yemen`de yeniden sahne alıyorlar. Suriye`de aynı şemsiyenin altında bir araya gelen aktörler, Yemen için tekrar “Dostlar Grubu” olarak karşımıza çıkıyorlar. israil için sergileyemedikleri ortak tutumu, nedense Irak`ta, Suriye`de gösterirken eline yüzüne bulaştıranlar, marifetmiş gibi aynı “dayanışmayı” Yemen üzerinden de sergilemeye girişiyorlar. Irak ve Suriye`yi artık dikiş tutamaz hale getiren ayrıştırıcı mezhepsel argümanları büyük bir ustalıkla Yemen`e taşıyarak kaosun kalıcılığına yatırım yapıyorlar. Yeri geldiğinde “Sünniliğin” beline balta indirenler, Yemen`e “Sünni koalisyon” görüntüsü vererek kurtarıcılık rolüne soyunuyorlar. İslam dünyasındaki hiçbir gelişmede umut ışığı olmayı başaramayanlar, küresel hesaplarla dolu jeo-stratejik ajandayı Sünnilere mal etmenin heyecanını yaşıyorlar. Mısır`da İhvan`ın başına üşüşenler, israilin kaygılarını önce Araplaştırarak tüm bölgeye yaydılar, şimdi de aynı kaygılarla Sünnileştirme yoluna başvuruyorlar. israil tehlikesini şirin gösterenler, İran ve Şia tehlikesiyle korku seansları düzenleyip kaos salarken bunu Sünnilere nispet etmenin tadını çıkarmaya çalışıyorlar.
İran ve Şia yayılmacılığı diye son dönemin moda kavramına sarılıyorlar. Böyle bir durum var mı, yok mu elbette tartışılabilir. Gerekirse mahkum da edilebilir. Ama bunu dillendirip uğruna “Kararlılık Fırtınaları” estirenlerin kim veya kimler oldukları, kimlerin hesabına hareket ettikleri de önemli değil midir?
Ne kadar suçlansa da, suçlamalar ne kadar geçerli olsa da İran`ın Şiilere sahip çıktığı bir vakıadır. Peki ama İran yayılmacılığı deyip Sünni pozlara bürünenlerin kaç tanesi Sünniliğin ya da Sünnilerin hukukunu gözetme yoluna gidiyor?
Daha dün en geniş Sünni hareket olan İhvan`ı “tehlike” addedip sadece Mısır`da değil tüm Arap dünyasında mahkum eden, terörist ilan eden ülkeler, krallar, diktatörler hangi yüzle Sünniliğin hamiliğine soyunuyorlar?
Sünni Hamas`ı israil karşısında yalnız bırakanlar, israilin Gazze saldırılarını dahi finanse edenler, Şia tehlikesi diye Sünniliğin savunuculuğuna soyunuyorlarsa, bu yapmacık rol Sünni İslam dünyasında büyük oranda karşılık buluyorsa, tekrar Avrupa karanlık çağına bakmamız herhalde kaçınılmaz hale gelecektir.
Avrupa ve bir bütün olarak Batı dünyası, kendi içinde vuruşa vuruşa, çatışa çatışa asırlarca birbirlerini boğazladılar. Şayet bugün için siyasi, ekonomik ve askeri birliktelikler, büyük ittifaklar kurabilmişlerse, belki de bunu asırlarca yaşadıkları iç çatışmalara borçludurlar. Birbirlerini milliyet, din, mezhep, nüfuz, krallık vb nedenler üzerinden asırlarca katlettiler. Öle öle, öldüre öldüre aynı dinin mensupları olarak Avrupalılar birlikte yaşamayı öğrenmeye mecbur kaldılar.
İslam dünyasının bugünkü durumuna bakıldığında Müslümanların birlikteliği için acaba “o deneyim” süreci mi yaşanıyor? Açıkçası Müslümanlar arası bu günkü kin ve adavetin vardığı boyuta bakılırsa “o deneyimin” doruk noktasına ulaşmadan akl-ı selimin hakim olması ihtimali şimdilik hayli uzak görünüyor.
Tarihsel olaylardan ders alma kuralı, İslam dünyası için sanki yaşanası birer nostaljik özlem olarak karşımızda duruyor gibi.