• DOLAR 34.595
  • EURO 36.309
  • ALTIN 2920.17
  • ...
SON DAKİKA

31 Mart yerel seçimlerinden devredilen saldırganlık politikası, 6-8 Ekim imha girişimi ve en son Cizre`de kalkışılan katliam teşebbüsünün odağında PKK yer alsa da, Hüda Par`a yönelen bu tür saldırgan politikaların devletten/hükümetten bağımsız olmadığı kanaatini artık yüksek sesle dile getirme zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum.

31 Mart yerel seçim sürecini hatırlayalım. Normalde her parti, seçim süreçlerinde kendini daha fazla tanıtma, planlarını, programlarını, hedef ve projelerini beğendirme, bu yolla halkın duygularına dokunarak kabul görme çabasına girer.

Oysa seçim sürecine girildiği anda PKK cenahından Hüda Par şubelerine karşı bir saldırı furyası başlatılarak, Hüda Par`ın neredeyse tüm gündeminin PKK`nin saldırganlıklarına kilitlenmesini beraberinde getirdi. Elbette bu saldırganlık politikasının PKK zihniyetiyle doğrudan bir ilişkisi vardı. Ama önceki seçimlerde AKP şubeleri ve bürolarına yönelen saldırıların neredeyse tümüyle durma noktasına gelip saldırganların tümüyle Hüda Par şubelerine kilitlenmesi, hala izaha muhtaç durumdadır.

6-8 Ekim imha girişimi ise, saldırganlığın vahşi boyuta dönüşmesini beraberinde getirdiği halde, burada yaşanan devlet kaynaklı entrikalar hiçbir zaman hükümetin gündemine gelmedi. Evvela 6-8 Ekim imha girişimi planı tamamen İmralı kaynaklıydı ve talimat herkesin gözü önünde İmralı`dan alınarak yerel unsurlara, uygulanmak üzere tevdi edilmişti. Doğal olarak İmralı`dan start alan imha planından devletin tüm birimleri ve hükümet haberdardı. Haftalar öncesinden yapılan hazırlıklar, dağdan getirilen silahlı unsurlar, olaylarda figüran olarak kullanılan Ezidi ve Kobanililerin durumundan da devlet ve hükümet haberdardı. Hatta haberdar olmanın verdiği “avantaj” ile devlet, olayların başlamasıyla beraber kolluk kuvvetlerini alandan çekerek imha için her türlü elverişli zeminin oluşmasına kapı araladı. Eşkıyanın şehre salınması sonrasında kolluk kuvvetlerinin tüm imkanları ile iktidar partisinin şubeleri etrafında “güvenlik katmanları” oluşturulurken diğer bütün hedefler, ki daha ziyade Hüda Par ve bağlantılı kurumlar saldırganlar için elverişli hedefler haline getirildi. Bunun sonucunda ortaya çıkan tablo ise hepinizin malumudur.

Mesela D.Bakır valisinin “Şehit vermemek için polisi sokağa çıkarmadık” sözü, aslında devletin/hükümetin yaşanan katliamlardaki payını, hatta onayını teyit edici bir özellik taşımaktaydı ki, hükümet yetkililerinin bilahare olayları “üçüncü sınıf muhalefet partisi” edasıyla değerlendirip güya PKK`ye eleştirel yaklaşması, devlet cürmünün en bariz göstergesiydi.

İnsanlar vahşice katledildikten sonra ah vah çekmek, süreçte PKK`ye kaptırdığı kolunu geri almaya çalışmak, kendileri açısından zorunlu hale gelen “Güvenlik yasaları” çıkarmak için vahşi cinayetleri gerekçelendirip elverişli ortam arayışlarına payanda yapmak dışında hükümet, asla “Üçüncü sınıf muhalefet partisi” tavrının dışına çıkmadı.

Son olarak katliam girişimine sahne olan Cizre`de ise devlet yine tüm gövdesiyle PKK saldırganlığının ardında sırıtmaktaydı. Şırnak Valisinin sonradan kabul etmek durumunda kaldığı KCK manevraları ortadayken aynı valinin hala görev başında bulunması bile, devletin/hükümetin ne tür manevralar içerisinde olduğunu gözler önüne sermektedir. Artık Bakanlık Müfettişlerinin raporlarıyla da tescillenen “Devlet otoritesinin” berhava olduğu bir sürüncemede Cizre`de girişilen katliam girişimi ve bu girişim üzerine bina edilmek istenen “Devlet otoritesi”, pis kokulardan tiksinmek için yeteri kadar gerekçe oluşturmaktadır.

Katliam girişimine teşne olan vali, “Kuzuların sessizliğini” oynayan kolluk kuvvetleri ve kamyonlarla şehre taşınıp askeri birliklerin yanı başlarında mevzilenecek kadar “kendinden emin” silahlı unsurların durumları göz önüne alındığında, PKK kadar devletin de ne tür çirkin manevralar içerisinde bulunduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Durumu PKK açısından ele alırsanız, bölgeye müdahil olan her odağın ayrı ayrı ajandasını uygulayan bir örgüt olduğunu görürsünüz. Ama 6-8 Ekim senaryosunun bizzat İmralı`da hazırlanarak servis edildiğini göz önüne alırsanız, olup biten her şeyin PKK`yi kullanan “Dış odaklarla” izahının pek mümkün olamayacağını herhalde takdir edersiniz. PKK`yi saldırganlığa teşvik edenin sadece “Dış güç” olduğunu kabul etseniz bile buna elverişli ortamı hazırlayan kolluk kuvvetlerinin seri şekilde sokaklardan çekilmesini asla “Dış güç” ile izah edemezsiniz. Mesela açıklamalarıyla D.Bakır valisinin… Esrarengiz ziyaretleriyle Şırnak valisinin… Bu tavırlar asla “Dış güç” ile gerekçelendirilemez. Daha da önemlisi, hükümetten bağımsız şekilde de izah edilemez. Hele hele bu zevatlar hala “Sürecin selametine” binaen hem görevde hem el üstünde tutuluyorlarsa…

Biliyorum, entrikanın içerisine hükümeti dâhil etmem, kimilerinin itirazlarına yol açacaktır. Hüda Par`ı İmralı üzerinden PKK ile dizginleme ya da devleti “Sahil-i selamete” çıkarmak adına yeni bir PKK-Hizbullah çatışması çıkarmanın tıkır tıkır işleyen bir devlet politikası olduğundan zerre kadar şüphe duymuyorum. Ancak bir bütün olarak hükümet bu işin içerisinde midir, orası tartışılabilir. Bir bütün olarak diyorum, çünkü hükümetteki bir kanadın çatıştırmacı devlet politikası üzerinden hesap yaptığı ve bu kanadın ne yazık ki “Çözüm süreci“ üzerinde söz sahibi olduğu kuşku götürmez bir realite olarak önümüzde durmaktadır. Ama devlet entrikasının apaçık olduğu bu tür saldırganlıklarda bir bütün olarak hükümetin hesap sormak yerine sadece seyirci kalması, entrika dizisinde rol alan görevlilerden hesap sormak yerine sahiplenmesi, olayları değerlendirirken lütuf gösteren üçüncü sınıf muhalefet partileri edasıyla konuya eğilmesi gibi tavırlar, bir bütün olarak hükümeti saldırganlıklara ortak yapmaktadır.

Her saldırganlık sonrası yetkilendirdiği görevlilerden hesap sormak yerine topu taca atmanın yeni modası haline gelen “PARALEL” namındaki gulyabaniyi işaret etmesi ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur.

Hem iktidarsın, hem devletle özdeşleşmiş durumdasın, ama bilinçli değilse eğer, çaresizliğini “Paralel`e” havale edeceksen, o halde parlamentoda bile yer edinmemiş bir siyasi partiden ne farkın kalacaktır? Sen mi iktidarsın, Paralel mi iktidardır?

Açıkçası ortaya çıkan durum, PKK`nin saldırgan; Devletin de saldırtan konumda olduğu gerçeğidir. Burada “Paralel” ile avutmak yerine saldırgan ile saldırtanın “Paralelliği” daha fazla öne çıkmaktadır.

Önümüzde yine seçim süreci var ve bu alışkanlıklar artık yüksek sesle haykırılmazsa “Saldırgan-saldırtan paralellik mekaniği” çalıştırılmaya devam edilecektir. Ağababa geçinen “Devlet baba / hükümet anne” elverişli ortam hazırlayacak, tetikçilikten haz alan PKK saldırganlıklara devam edecek. Aralarındaki “Paralellik” bu şekilde işleyecek, ama onlar yine “Paralel” deyip ipte cambaz oynatacak.

Söyleyin bakalım, seçime ayarlı bu tür manevraları mı çeviriyorsunuz? Saldırganlık döngüsü işletildikçe Hüda Par seçimlere hazırlanıp kendini ifade etmek yerine PKK gündemine mahkûm bırakılacak. Sonra birileri, “Siz de hep PKK`yi konuşuyorsunuz” deyip suçlama yöneltecek, bu arada parti olarak seçime girecek HDP barajı aşamayarak AKP`nin vekil sayısı anayasayı değiştirecek sayıya ulaştırılacak.

Yoksa tüm manevralarınız bunun üzerine mi kuruludur? İmralı`dan “Er mektubu” niyetine start alan “GÖRÜLMÜŞTÜR” kaşeli saldırı talimatları bunun için mi?!