• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.89
  • ...

Suriye ordusunun Hama`ya girip insanları katletmeye başlaması, tartışmaları, geçmişten gelen bir katliam mekanı olarak Hama üzerinden alevlendirmeye başladı. Hama ve diğer kentlerde Baas ordusunun asgari yaşam ve özgürlük standartlarını talep eden insanları katlettiği bir gerçek.

Ancak ordunun yol açtığı yıkımın boyutları ve katledilen insan sayısı hakkında sahici, güvenilir bilgi elde etmek neredeyse imkansız. Tahribat ve katliamın boyutları yansıyanların ötesinde de olabilir; Batılı ve Amerikancı Arap medyasının süzgecinden geçerek bize ulaşan abartılı, psikolojik savaş ürünü operasyonel haberler de olabilir. Neticede bugüne kadar hiçbir yıl dönümünde dahi Hama mazlumlarının anısına selam çakmayan belli medya gruplarının Hama`daki olayların boyutunu 1982 yılındaki katliamın ayrıntılarıyla takviye etme ihtiyacı duymaları, verilen haberlerin ayrıntılarına olan kuşkuyu artırmaktadır. Ama haber boyutunun Suriye rejiminin aleyhinde olması, tabii ki Baas rejimini temize çıkarmaz. Hatta basına uyguladığı şiddetli sansür ve gazetecilerin ülkeye girişlerini yasaklaması açısından günahını belki de ikiye katlar.

İyi de Tunus`la başlayıp Mısır`a uğrayan, ardından da BAE, Suudi Arabistan, Ürdün gibi doğal isyan istasyonları olması gereken ancak önü kesilen değişim rüzgarının Suriye semalarında karar kılması, başlıbaşına irdelenmesi gereken bir mesele değil midir?

Bugün istediğiniz kadar Suriye Baas diktatörlüğünün kötülüklerini anlatın, işlemeye devam ettiği cinayetlerini haykırın. Ancak unutulmasın ki bugün için yaşananların hepsi olmamış olsaydı bile, yıkılıp tarihin çöplüğüne gitmesi gerek aynı rejimin geçmiş günahları buna yeter de artar bile. İşin tuhaf tarafı, meselelere konjonktürel ve Amerikan bakış açısıyla yaklaşan bir kısım muhafazakar medya başta olmak üzere liberal ve besleme medya örgütlerinin Türkiye`yi de Suriye`ye müdahaleye mecbur bırakacak bir yaklaşımla olaya müdahil olmasıdır.

Daha da tuhafı, duygusal bir atmosfer oluşturan Hama olgusu üzerinden uluslararası, bölgesel dizayn çabalarına ve bu anlamda işgalci müdahaleciliğe fazlasıyla eğilmiş olmalarıdır. İlke olarak başta 1982 Hama katliamı olmak üzere doğasındaki pislik gereği Baas rejiminin insanlık dışı geleneğini başından beri mahkum edip halkın yararına Suriye yönetimini dün olduğu gibi bugün de mahkum eden çevrelere diyecek bir sözümüz olamaz. Ancak daha düne kadar Suriye Baas rejimi ve katil şeflerini Şam`da veya Ankara`da adım adım izleyip medya organları vasıtasıyla yaşadıkları “platonik aşklarını” Türkiye kamuoyuna aşılama operasyonu yürütenlerin bugün Suriye`deki çatışmaları mezhep fitnesi düzlemine çekerek “platonik düşmanlığa” dönüştürme gayretleri, olaya insani  açıdan yaklaşmadıklarının kanıtıdır.

Daha düne kadar Ankara sokaklarında Beşşar`ın baldırı çıplak “Sünni” karısını adım adım takip edip objektifleri vasıtasıyla mini etekli halini kamuoyunun belleğine pazarlayanların bugün ‘Katil Beşşar” sloganlarıyla ortalığı inletmelerinin, meseleyi insani boyutla ilişkilendirmelerinin oluşturduğu tuhaflık kendini ele vermektedir.

Ankara-İstanbul otel lobilerinde israil delegasyonuyla Golan pazarlıklarının sürdürüldüğü dönemde yere göğe sığdırılamayan Beşşar ve avanesinin bir anda aynı çevreler eliyle Yeşilçam`ın Erol Taş`ına  evrilmeleri hangi insani saiklerle açıklanabilir? Ya da Golan`ı peşkeş çekme pazarlıkları sırasında “Cici”ye çıkan Baas rejiminin kanlı-kirli sicilinde onbinlerce Hamalı mazlumun kanını fark etmeyenlerin, 2010`a kadar Hama`nın mazlumiyetini haber arşivlerine almaktan özellikle imtina edenlerin, 2011`de Hama`yı keşfetme zahmetinde bulunmaları, hangi işgüzarlıkla açıklanabilir?

Aynı medya gruplarının Esad yönetiminin devrilmesi  ve bu amaçla dış müdahaleciliğe zemin hazırlama çabaları gözlerden kaçmamaktadır. Gözlerden kaçmayan diğer bir husus da müdahalecilikte Türkiye`nin NATO ve Amerika`nın mayın merkepliğine icbar edilmesi gayretleridir. Tamam, rejim dayandığı sapkın ideolojik köken ve baskıcı tutum itibariyle sahiplenilecek/savunulacak bir rejim değildir. Hatta stratejik bir denklemde olmasaydı, ne niteliği ne de uyguladığı katliamcı politikalar büyük ihtimalle aynı medya ve çıkar çevreleri için sıradan haberciliğin eşiğine bile gelmezdi.

Ama bölgesel denklemde kritik bir noktada durması, aynı gruplar nezdinde Suriye yönetimini ne yazık ki kıymete bindirmiş oluyor. Dolayısıyla Suriye ordusunun kanlı uygulamalarına bu aralar sıkça rastlandığı gibi bazen İran bazen de Lübnan Hizbullahı`nı ortak etme çabaları ve piyasaya sürülen kasıtlı haberler, tamamen Suriye`nin oynadığı stratejik rolünü hedef almaktadır. Bu tür spekülatif haberler, aynı zamanda hedeflenenin sadece Suriye olmadığı, Suriye`nin, inkitaa uğratılması gereken İran-Hamas-Hizbullah hattının ilk halkası olduğunu göstermektedir.

Bundandır ki aynı çıkar çevreleri rejim değişikliği ya da reform yoluyla sağlanabilecek bir normalleşme süreci için özellikle dış müdahaleciliği esas alan bir tahrik kampanyasını ısrarla sürdürmektedirler. Müdahaleciliğin ilk ayağının da bizzat Türkiye eliyle yürütülmesinden yanadırlar.

Türkiye`nin tutumunun mümkün olduğunca Beşşar yönetiminin şiddet politikasından vazgeçmesi ve normalleşme yolunda köklü reformlar yapılmasından yana olduğu, Davutoğlu`nun son Şam ziyaretiyle bir kez daha açığa çıktı. Bunun bilincinde olan aynı çıkar çevreleri, bundandı ki daha ziyaret gerçekleşmeden tıpkı bayan Clinton`ın yaptığı gibi ziyareti peşinen sabote edip akamete uğratma çabası içerisine girdiler.

Peki ama, neden inadına dış müdahale zemini oluşturulmaya çalışılıyor? Şurası kesindir ki işgal asla var olan yerleşik sorunları çözme yeteneğine sahip değildir. Zaten kesin çözüm anlayışı, işgal felsefesiyle de bağdaşmamaktadır. Kaldı ki işgal yolu ile yönetim düşürülse bile Suriye`nin durumunun düzeleceği yolunda iyimser bir beklenti bulunmamaktadır. En başta baskıcı uygulamaların bir sonucu olarak yönetim düşse bile yeni bir yönetim tarzını oluşturacak derli toplu bir muhalefet bulunmamaktadır.

Mesela Irak`ta işgalin en ahlaksız nüveleri sergilendi, yeni bir yönetim oluşturma yerine farklı kesimlerin birbirlerini boğazlayacağı bir kargaşa ortamı hedeflendi. Nitekim bu uğurda yüzbinlerce insan katledilmesine karşın farklı etnik ve mezhebi gruplar içerisinde var olan örgütlü muhalefet neticede yeni bir yönetim tarzı ortaya koyabildi. Ancak Suriye`de eğer bir müdahale ve işgal süreci yaşanırsa, yeniden bir yönetim tesis edecek örgütlü bir muhalefet olmaması nedeniyle görünen o ki, şimdiden temeli atılmaya çalışılan mezhebsel ayırımcılık üzerinden ülkenin iç çatışma sürecine sürüklenmesi hedeflenmektedir. Zaten ABD ve diğer müdahaleci aktörlerin yapmak istediği tam da iç savaş ve kaosun hükümran olacağı bir istikrarsızlık adası oluşturmaktır.

Nitekim Libya örneği hala orta yerde durmaktadır. İlk başta muhalifler cesaretlendirilip silahlandırıldı. Ardından Kaddafi bölgesine hava bombardımanı başladı. Hedef, Kaddafi`nin düşürülmesi ve ülkenin tamamının muhaliflere teslim edilmesiydi. Ancak muhalifler arasında farklı kanatların belirmesi ve müdahaleci güçlere güven vermeme eğilimlerinin ortaya çıkması, fiili çatışmaların uzamasını ve ülkenin fiilen ikiye bölünmesini beraberinde getirdi. Şu anda muhalifler ilerleyememekte, Kaddafi güçlerinin ilerlemesine de izin verilmemektedir. Bu da çatışma ve kaos ortamının sürmesine karar verildiğini göstermektedir. Neticede Batı amacına ulaşıp ülkeyi fiilen ikiye ayırdı, petrol akışını güvence altına aldı. Bundan sonra kim takar insan haklarını, özgürlük taleplerini…

Müdahalecilikte Türkiye`nin öne sürülme çabaları ise, her ne kadar insani boyutla ilişkilendirilse bile, aslında Türkiye`nin son yıllarda Suriye üzerinden büyük bir açılım yaptığı Arap dünyasına dönük politikasını akamete uğratmayı hedeflemektedir. Suriye ile geliştirilen dostluk, nasıl ki Türkiye için bölgede imaj patlamasını beraberinde getirdiyse, Suriye`nin işgal sürecindeki Irak misali dayanılmaz bir kaosa sürüklenmesine sebep olması durumunda ise tam tersi bir imaj yüklenmek durumunda kalacaktır.

Son söz olarak; rejimin gayri meşru temellere dayanan baskıcı politikaları son bulmalı, Suriye halkının özgürlük arayışı sonuna kadar desteklenmelidir. Suriyelilerin daha özgür bir ortama kavuşması için rejimin düşürülmesi ve tamamen Suriye halkının temel dinamikleriyle yeni bir yönetim biçiminin ortaya çıkmasına da sonuna kadar destek verilmelidir. Ancak başka türlü habis hesaplar peşinde olan bölgesel ve uluslararası güçlerin Suriye`yi bölgesel denklemde farklı kulvarlara çekme gayretlerini, Suriye halkının masum ve haklı taleplerle dökülen kanlarının üzerine bina etme kurnazlığına da karşı durulmalıdır. Amerikan-israil çıkarları uğruna tüm çabaları işgal yöntemine endeksleyen medya ve siyaset dünyasındaki nüfuz ajanlarının tahrik kampanyalarına da aldanılmamalıdır.