• DOLAR 34.571
  • EURO 36.363
  • ALTIN 2918.34
  • ...

PKK denen örgütün en vahşileştiği ortam, geçmişle kıyaslandığında hem Kürtler hem de kendi üzerindeki baskıların en minimize edildiği ortama denk düşüyorsa, o halde bu örgütün niteliğini, ana kumanda merkezlerini, bu örgüte yön veren “üst aklı” ve belki de daha önemlisi örgüt psikolojisini irdelemeyi gerekli kılar.

İsterseniz örgütün patronajlığını ellerinde bulunduran güç merkezleri yerine, bu kez yaşadığı psikolojik travmaları ele alalım.

Evvela Kürtlerin kurtuluşu adına mücadele ettiğini öne süren bir örgütün Kürt halkını, Kürt esnafını, Kürt yerleşkelerini tarumar eden bir kalkışmayla arzı endam etmesi, hem de “işgalci düşman” diye nitelendirdiği Türk devleti ile “barış halveti” içerisinde olduğu bir esnada Kürtlerden intikam almaya yeltenmesi, bu örgütün saplantılı ruh haline ayna tutmaktadır.

Evet, bu örgüt artık ağır hastadır ve hastalığı tamamen psikolojik etkenlere dayanmaktadır. Gelecekle ilgili derin endişeler taşımakta, endişelerini bastırma aracı olarak da şiddete başvurmayı tek çıkış yolu olarak görmektedir. Daha önceleri operasyonlar vs ile aldığı darbeler karşısında güçlü olduğu mesajını vermek için başvurduğu silahlı eylemlerin mantığını kavramak nispeten kolaydı. Ama “Sürecin” bahşettiği elverişli ortamla hiç olmadığı kadar palazlanan, kılcal damarlarına kadar oksijen pompalanan, her alanda gücüne güç katan bir örgütün bundan bile şikayetçi hale gelip sonu belli olmayan, belki de tarif edilemeyen meçhul bir çıkış kapısına yönelmesinin yolunu bu kez emsali görülmemiş bir Vandallıkla sergilemeye kalkışmasının kesinlikle mantıksal bir izahatı bulunmamaktadır. Bu örgüt resmen çıldırmış, cinnet geçirmiştir. İstediği kadar vahşi kalkışmasına “Kobani” kılıfını uydurmuş olsun, mesele kesinlikle Kobani`de yaşananları karşılamaktan uzaktır. Üç beş ağacın “Gezi kalkışmasıyla” ne nedenli bir ilişkisi olduysa, Kobani`nin vahşet ve Vandallıkla ilişkisi de ancak bu kadar olmuştur.

Peki, bu örgüt gelecekle ilgili ne düşünüyor? Kendisi açısından en rahat ortamın oluştuğu, hayatında görmediği kadar bir manevra kabiliyeti ile karşılaştığı bir ortamda neden şiddetin en katı versiyonunu icra etme yoluna gidiyor? Dahası; şiddet, katliam ve talanın her türlüsünün icrasını hangi mantıkla “Demokratik” bulabiliyor?

Tamam, Amerika`nın, sırtına binip kamçılayarak dörtnala koşturmasını anlamak mümkündür. Türkiye`nin izlediği Suriye politikası karşılığında örgütün taşeronlaşma gönüllüsü olmasını da anlamak bir nebze mümkündür. Ama bu örgütün Kürtlere, Kürtlerin canına, malına, kutsal değerlerine karşı topyekûn bir vahşete yönelmesini anlamak, buna somut veya mantıklı gerekçeler bulmak hiç de kolay değildir.

Düşünebiliyor musunuz, hem “İşgalci TC`nin” lütfuyla hiç olmadığı kadar güçlü olacaksın, hem de bu gücü Kürtlere karşı kullanmaya yelteneceksin! Kesinlikle bu bir travmadır ve bunun kökeninde geleceğe dair taşınan derin kaygılar mevcuttur.

Küçük de olsa farklı bir ses, farklı bir el, farklı bir yapı, farklı düşünme biçimi örgütün geleceğe dair endişelerine tavan yaptırıyor. Örgütü huzursuz yapıyor, geleceğe dair derin endişelere gark ediyor. Fertleri pençesine alan gelecek endişesi ki psikolojideki karşılığı “Anksiyete” diye geçer, mevcut durumun tadını çıkarmak yerine geleceğe dair yapılan hayali mütalaalarla hayatı zindana çevirir. Huysuzluklar, tatsızlıklar, hırçınlaşan davranışlar en sevinçli anlarda bile gösterilmesi gereken mutlulukları tarifi imkânsız mutsuzluklara dönüştürür.

PKK`nin bilinçaltını oluşturan tüm etkenler zaten tedhiş kültürünün tortularıyla maluldür. Sosyalizm`den miras kalan “Devrim” hülyası, Stalin`den miras kalan tedhişçilik, bu topraklara yabancı üçüncü sınıf feylesofların ütopik felsefi kuramları, maya tutmayınca milliyetçilik sosuyla süslendirilen hayali yönetim modelleri, örgüte tarifi imkansız bir konum biçmektedir. Bunun neticesinde siyasi ahlak diye bir olgudan da bahsedilmeyeceğine göre, böyle bir örgüte nüfuz etmek, istendiği anda istendiği şekilde yönlendirmek, küresel ve bölgesel kalpazanlar için adeta çocuk oyuncağına dönüşebilmektedir.

Buna bir de örgütün gelecekle ilgili duyduğu derin endişeyi eklerseniz, şiddet kültürünün neden kutsanan yegâne öge olduğunu daha kolay anlarsınız. Hatta bırakın kürsel-bölgesel güç odaklarını, kendi toplumu içerisinde bir baltaya sap olamamış sol cenahın kimi eski kırmalarının bile gelecek korkusu üzerinden pompaladıkları vesveseler çoğu zaman PKK`nin Kürt halkının değerlerine, hassaten İslami hissiyatına karşı psikopatça davranışlara yeltenmesini beraberinde getirmektedir.

Dün, Perinçek-Küçük ikilisinin pompaladığı korku üzerinden İslami kesime saldıran PKK`nin bugün korku pompalayıcıları o kadar çoğalmış ki, örneğin nesli tükenmekle karşı karşıya kalan Sol grupçukların yanı sıra, Cemal Paşa`nın torununu hatırlatırsam herhalde onun ayarında olanları zikretmek sizin için zor olmasa gerek.

Korku pompalayıcıları, örgütün “Anksiyete” hastalığını çok iyi teşhis etmiş olmalılar ki, bir taraftan “İslamcı AKP” hükümeti ile olası bir çözüm sürecinin oluşturacağı vahameti, diğer taraftan gelecekte Hüda Par`ın bölgede olası yükselişi üzerinden örgütün toplardamarlarına korku ve endişenin en koyu versiyonunu pompalarken, örgütün atar damarlarından korku ve endişeyi bastırmaya yönelik şiddetin en vahşi versiyonu dökülmektedir.

Dış etkenlerin yanı sıra liberal-Sol kırıntıların fırsat kollayarak örgütün kazandığı şiddet yeteneği üzerinden manevra yapmalarının önüne geçmenin yegâne yolu ise şiddet kapasitesinin köreltilmesine yoğunlaşmak olacaktır. Bunun yolu da, “süreç” üzerinden örgütün şiddet yeteneğini artıran hükümetin yaptığı yanlışların farkına varması ve sürdürecekse “süreci” olması gereken şekilde yeniden ele alarak daha mantıklı bir formata dönüştürmesidir.

Geriye kalan kısmı için de Perinçek-Küçük ikilisinin bir zamanlar dayattıklarının oluşturduğu tablonun bugünlerdeki ham hayaller için yeniden değerlendirilerek ibretler çıkarılmasıdır.