• DOLAR 34.611
  • EURO 36.366
  • ALTIN 2920.817
  • ...

Baştan başlayalım. ABD ve Batı`nın Suriye`yi ateş topuna dönüştürme politikası hayata geçirilirken ilkin “çekinceli” davranan Türkiye, iki nedenden dolayı “Lojistik üs” rolünü kabul etti:

1) “Bölgesel güç” sendromu

2) Irak`ta yapılan “hatanın” Suriye`de tekrarlanmaması.

Gelinen aşama, “Bölgesel güç” iddiasının bir sendrom ya da basit bir sancı olmaktan öteye gitmediği ortaya çıktı.

“Irak`ta yapılan hata”, işgale seyirci kalarak aktif rol almamak, kurulan yeni dengelerden dışlanmak olarak değerlendirildi, statü kazanan Kürdistan yönetiminin oluşması zamanın Türk dış politikasının ölümcül hatası olarak kabul edildi.

Suriye kuşatmasına bu nedenle hayati önem atfedildi, “Süper güç” hayalinin yanı sıra Esad sonrası kurulacak yeni denklemde ikinci bir “Kürt-Kürdistan” vakasının önüne geçileceği hesabı yapıldı.

Oysa gelinen noktada müdahale edilmediği gerekçesiyle “Irak`ta yapılan hata”, Suriye`de tam tersi bir sonuç doğurdu. Bu kez gereksiz müdahale, karşı tarafın hamlesiyle yeni bir “hatanın” kapısını araladı: Rojava bölgesi ve PKK!

Hem Türkiye, hem ABD, hem Arap ligi ve hem de “Dostlar grubunun” tamamı Suriye`yi çok basite aldı, Suriye`yi sadece Suriye`den ya da Esad`ın şahsından ibaret bildi. Oysa Suriye bir yönüyle bölgesel askeri-siyasi kamplaşmanın cephe hattı, bir yönüyle “Direniş ekseninin” lojistik üssü, bir yönüyle İran, bir yönüyle Hizbullah, diğer bir yönüyle de Rusya demekti.

Türkiye, sadece Esad üzerinden politika geliştirirken karşısında Suriye`yi önemseyen tüm merkezlerin politik hamlelerine maruz kaldı. Rojava bölgesinin bir anda PKK`ye armağan edilmesi, Türkiye`nin “Esad sonrası” dizayn etmeyi düşündüğü sorunun peşinen Türkiye`ye şutlanması şeklinde gelişiverdi. Kısacası, Rojava`nın PKK`ye armağan edilmesi, PKK`nin başarısı olmaktan çok, Türkiye`nin Suriye politikasının ilk sonuçlarından birisi oldu.

Türkiye, Rojava`nın PKK`leştirilmesi hamlesiyle beklemediği ilk Suriye sürpriziyle karşılaştı. İlk etapta Rojava PKK`si ile çatışmalara girişen farklı gruplar, bir anda Türkiye`nin favorileri olmaya başladı. Her türlü lojistik destek, sınır geçişleri, yaralıların tedavisi vs, Türkiye, neredeyse tüm gruplara oldukça cömert davrandı.

Arşivleri birazcık karıştırın, görürsünüz. “Esadçı tayfa”, Rojava ve PKK`yi “Suriye vatan savunmasının” değerli bir cephesi olarak sahiplenirken, Türkiye, “Kürtlerin kazanımlarını hazmedemeyen ve bu nedenle terörist grupları Kürtlerin üzerine salan devlet” olarak ilan edildi ve mahkum edildi.

İşte tam da bu süreçte “Barış süreci” sürprizi gündeme damgasını vurdu. Yine hatırlayın, “Barış sürecine” uzanan MİT-İmralı görüşmeleri ilk ifşa edilirken yapılan ortak değerlendirme, “Barış sürecinin dış koşulların dayattığı bir süreç” olduğu yönündeydi. KCK operasyonlarının zirvede olduğu, eşzamanlı olarak silahlı çatışmaların yoğunluk yaşadığı, PYD`ye yönelen farklı grupların saldırısının tavan yaptığı bir ortamda aniden başlayan “Barış Süreci”nin dış koşulların dayatması olduğunu söylemek zaten olağandışı bir yetenek gerektirmiyordu. “Süreç” tamamen Rojava üzerinden start almıştı. Suriye politikasındaki yanlışlıklar, “Rojava” denilen bir sorun peydahlamış, Türkiye, Rojava kartını geçersiz kılmak umuduyla bir karşı atak olarak “Barış Süreci” ile karşılık vermişti.

Meseleyi neden Suriye ve Rojava üzerinden ele aldık?

Malumunuz, PKK ile başlayan “Barış Süreci”, gelinen nokta itibariyle Türkiye`de resmen “REZALET” damgasını yemiş bulunmaktadır. Herkes “Barışın” gelmesini beklerken PKK`ye tüm alanlar açılmış durumda, devletin “Derin/güvenlikçi/kirli” konsepti bütünüyle PKK`ye devredilmiş bulunmaktadır. Herkes, PKK`ye devredilen devletin derin/güvenlikçi konsepti üzerinden Devlet-PKK ikilisinin kirli icraatlarına maruz kalırken eleştirilerin büyük çoğunluğu sürecin, Türkiye içindeki ayağı ve bu ayak üzerinden yaşananları baz almaktadır. PKK, ihalesini aldığı kirli politikalarla Türkiye Kürdistanı`nda kendine alan açmanın hesaplarını yaparken devlet açısından kurulmuş olan hesap, tamamen olmasa da büyük oranda Rojava üzerine kurulu bir stratejiyi içermektedir.

PKK`nin Türkiye`ye dönük son söylemlerinin “Türkiyelileşme-Demokratikleşme” üzerine kurulmuş olması, hatta Öcalan`ın en son “Bölücülük” düşüncesini “İlkel gericilik” olarak ilan etmesi, kim ne derse desin devletin başarısı olarak öne çıkmaktadır. PKK eliyle şu anda Türkiye sınırları içerisinde devletin gözetim ve denetiminde yaptığı her türlü taşkınlığın hoş görülmesi, bir yandan PKK`nin Türkiyelileştirilmesine verilen “Teşekkür” niteliğindeyken devletin “Çözüm süreci” üzerinden önem atfettiği asıl önemli nokta ise Rojava ve PYD`nin de Türkiyelileştirilmesi olmuş bulunmaktadır. PYD`nin Türkiyelileştirilmesi stratejisi aynı zamanda PKK`ye taşkınlık alanı oluşturan “Çözüm sürecinin” de seyrini belirleyecek en önemli noktadır. Bundan hareketle diyebiliriz ki “Barış Süreci” Rojava üzerinden start aldı, devamı ya da sonlanması da yine Rojava`daki gelişmelere endeksli bulunmaktadır.

PYD, tıpkı PKK gibi Türkiyelileşir mi?

Gelinen nokta, “Neden olmasın?” sorusunu gündeme getirmektedir. PYD, Rojava ile Türkiye`ye karşı bir sopa olarak devreye sokuldu. Dizayn için Suriye devletinin tüm kirli icraatları PYD`ye devredildi.

Türkiye ise bir karşı hamle olarak PKK`ye bölgedeki tüm kirli icraatlarını devrederken İmralı üzerinden PYD`yi kafesleme hamlesine yöneldi. Böylece karşı tarafın elindeki sopayı kendi eline alarak karşı hamleyi etkisizleştirmeye yoğunlaştı. PYD`yi “Suriye vatan savunmasının önemli bir ögesi” olarak değerlendiren çevrelerin son zamanlarda PKK/PYD üzerinden yaptıkları yeni okumalara dikkat edilirse, aslında İmralı üzerinden PYD`nin Türkiyelileştirilmesi politikasının nisbi bir başarı sağladığı sonucu zaten ortaya çıkıyor.

Kandil ve PYD yönetiminin İran-Irak-Suriye hattından yana tavır geliştirdiği ve bu yönde politik argümanlar piyasaya sürdüğü biliniyor. “Çözüm süreci” bağlamında Türkiye`ye karşı verilen sözlü reaksiyonlar, aslında bu konuda Kandil-PYD ikilisinin hala kafa karışıklığı yaşadığını da gösteriyor. Oysa İmralı faktörü, yine de PKK içindeki diğer faktörlere galebe çalıyor.

“Çözüm süreci” Türkiye`de “Rezalete” dönüşedursun, Rojava üzerinden yavaş yavaş meyve vermeye başladığı gözlerden kaçmıyor. Türkiye`nin Rojava politikasında attığı her başarılı adım, aynı zamanda İran ve Suriye`nin PKK/PYD ilişkisinin de gerilmesi sonucunu beraberinde getiriyor. Nitekim PYD/Rojava bağlamında son aylarda gelişen bazı hadiseler, Türkiye için Rojava`da “başarı” sayılırken, bunun İran-Suriye ikilisince PKK ve Rojava`ya nasıl yansıtılacağı merak ediliyor.

PKK/PYD ile İran/Suriye İlişkilerinde Kırılma Noktaları

PKK/PYD`nin bu anlamda attığı bazı adımlar, Rojava`yı politik bir hamleyle PKK`ye bırakan İran-Suriye ikilisi ile olan ilişkilerde “kırılma noktası” anlamına geliyor:

1)- “Vatan savunmasının bir ögesi” iken PYD`nin, aralarında Nusra, İslam Cephesi ve başka grupların da olduğu ortak cephe olan “Operasyon birimi/odası” ile “ateşkes” anlaşmasına imza atması. “Operasyon biriminin” Türkiye destekli olması ve vatan savunma ögesi olarak PYD`nin bunlarla anlaşması, herhalde Türkiye`nin başarısı idi ve bu anlaşma “vatan savunma ögesi” jargonuyla hiç de uyumlu bir davranış değildi.

2)- Öcalan`ın “Demokratik Hutbesinde” kendi icadıyla “Arabi/Selefi” çizgideki El Kaide çizgisiyle beraber ilk defa “İrani/Şii” çizgiyi “Tekfir etmesi” ve El Kaide ile beraber Hizbullah`ı da “Güncel Faşizm” parantezine alacak şeklinde “Fetva” yayınlaması, ilişkilerdeki diğer bir kırılma noktasını oluşturuyordu. Öcalan`ın “Tekfir ile Fetva” karışımı hutbesi, Suriye sahasında “Vatan savunan öge” olmaktan çıkmakla kalmayıp üstüne üstlük “İrani/Şii/Hizbullah” çizgisine karşı ilanı harp niteliğindeydi.

3)- Kimilerine göre fantezi, kimilerine göre komedi, kimileri için ise Amerikan stratejisinin başarısızlığı şeklinde yorumlansa da Suriye Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Rojava`nın bir çok yerinde PYD tarafından yaptırılmaması, yapılan yerlerde ise fiili engellerin çıkarılması idi. Bu konuda farklı haber-yorumlar yapılsa da hem PYD hem de daha önce PYD`yi “Vatan savunmasının ögesi” olarak kutsayan çevrelerin bu konudaki beyanları, seçimlerin büyük oranda PYD tarafından engellendiği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Bu durum, PYD`nin “Özerkliğe” dayalı başarısı olmaktan ziyade “Çözüm sürecinin” Rojava ayağında sağlanan başarı olarak değerlendirilmelidir. Bu başarı, Türkiye-İmralı ortak konseptinin başarısı olarak kayıtlara geçmiştir.

4)- “Kuşatma ve ambargo” çığlıkları atan PYD`nin, Mürşitpınar sınır kapısıyla ödüllendirilmesi. Suruç ilçesi sınırlarında bulunan Mürşitpınar sınır kapısı geçen Mart ayında açıldı. PYD yönetimiyle Türkiye`nin idare ettiği sınır kapısı ilk etapta “İnsani yardım” ve yaralıların tedavisinin geçişi için kullanılacağı belirtilirken, daha önce PYD ile çatışırken yaralananların Türkiye`ye sevk edilmesinde yaşanan durumun bu kez PYD/YPG yaralıları için kullanılıyor olması iki taraf için de ilginç bir ilişki biçimini ortaya koymaktadır. Bu durumda Nusra Cephesinin Türkiye`de “Terörist örgüt” kapsamına alınması da herhalde sıradan bir “Terör listesi” güncelleme faaliyetinden ibaret olmasa gerek.

5)- PKK/PYD, İran-Suriye stratejisinin sunduğu Rojava armağanına karşı “Kırılma noktaları” ile bu iki ülkeyle arasına mesafe koyarken Suriye olaylarının başlamasından beri unutulmaya yüz tutan “İran`da Kürt idamları” uygulamasının yeniden start alması, ilişkilerdeki farklı “kırılma noktalarından” birisi olarak değerlendirmek mümkündür. PKK çevresinin İran`daki idamlara karşı ortaya koyduğu tepkilere bakılırsa İran`ın bir karşı atak olarak kendi ülkesindeki PKK mensuplarına karşı durdurduğu idamlara yeniden başladığı belli olmaktadır. Bu da PKK/PYD`nin Suriye`de Türkiye politikası doğrultusunda makas değiştirmeye başlamasının ilk yansımalarından biri olarak okunabilir.

Yalnız “Süreç” konusunda Kandil ile Türk tezleri henüz birbirine yaklaşmış değildir. Öcalan ve sürecin hükümet kanadındaki mimarları genellikle “olumlu” tablolar çizmeye çalışsa da Kandil ve bir kısım legal uzantılara göre sürecin dibe vurduğu yönündeki açıklama ve restleşmeler, buna bağlı olarak taşkınlık ve provokasyonlarda alınan mesafeler, Rojava`da “sürece” endeksli sağlanan kısmi başarıların henüz sübuta ermediğini de göstermektedir. Kaldı ki İran-Suriye ekseni Rojava`da PKK üzerinden bir hamle yaptı. Türkiye ise “Çözüm süreci” ile bu hamleyi başarısız kılıp kendi lehine çevirmeye çalışmaktadır. PKK/PYD`nin kısmi olarak makas değiştirip Türk tezlerine yaklaşması, yeni bir İran-Suriye hamlesine de kapı aralamaktadır.

Ve… Rezalete Dönüşen Çözüm Süreci

Şu anda yaşanan ve adına “Çözüm süreci” denen fiili durumun ortaya koyduğu tablo, aslında PYD/PKK`ye teslim edildikten sonra Rojava`da yaşanan rezalet tablosuyla bire bir örtüşmektedir.

Türkiye`ye karşı hamle babından Rojava`da PKK/PYD`ye verilen rol, Suriye rejiminin kirli politikalarının PKK/PYD eliyle Rojava`da yürütülmesinin devamını öngörüyordu. Nitekim öyle de oldu. Hatta giriştiği uygulamalarla PKK/PYD Rojava`da rejimin kirli icraatlarını bile geride bırakan uygulamalara imza attı.

Rojava kartını ele geçirip rakipleri karşısında etkin kullanmanın hesabını yapan Türkiye ise, Suriye`nin Rojava üzerinden PYD`ye devrettiği kirli icraatları deyim yerindeyse birebir kopyalayarak burada PKK`ye devretti.

Suriye, açtığı alan ile Rojava`da PYD`den Muhaberat`ın Kürt versiyonunu icat etti; Türkiye ise karşı hamle babından PKK`ye açtığı alan ile JİTEM`in Kürt versiyonunu peydahlamış oldu.

Suriye, PYD`ye açtığı alan üzerinden PKK`nin tüm karar mekanizmalarına hükmetmeyi amaçladı.

Türkiye ise PKK`ye alan açarak PYD`yi de kapsayacak şekilde PKK`yi bir bütün olarak tüm bileşenleriyle kafeslemeyi amaçlamaktadır.

Dolayısıyla bugün için Kürt halkı içerisinde büyük bir sorgulama noktasına gelen “Çözüm sürecinin” seyrini doğru okumak ve devletin neden PKK`yi Jitemleştirdiğini anlamak için öncelikle Rojava üzerinden süren ayak oyunlarına bakmak gerekmektedir. Kürt halkı “Çözüm sürecinden” umut beklerken karşılarında sürpriz bir şekilde beliren devlet-PKK ittifakına tanık olması, sürecin kalp ritimlerinin attığı yerin Kuzey değil Rojava olmasındandır.

Adam kaçırma, yaralama, yol kesme, yakma, yıkma, çocuk kaçırma, öldürme gibi tüm gayri meşru terör fiilleri devlet tarafından PKK`ye mubah görülmüşse bunun tek nedeni sadece “Barış” adına serdedilen geyiklerle izah edilemez.

Kısacası dananın kuyruğunun koptuğu asıl yer Rojava`dır. Oysa nasıl ki “Suriye sadece Suriye veya Esad`tan ibaret değil” idiyse, uygulamadaki bölgesel stratejiler gereği aynı şekilde “Rojava da sadece Rojava`dan ve PKK/PYD`den ibaret değildir.” Suriye`nin sadece Suriye`den ibaret olmadığı” gerçeğinin anlaşılması büyük acılara rağmen nasıl ki anlaşıldıysa; Sırada “Rojava`nın sadece Rojava olmadığı” gerçeğinin ortaya çıkması bulunmaktadır. Bu gerçeğin anlaşılmasının kime ne kadara mal olacağını ise zaman gösterecektir.