• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.89
  • ...

Oluşturulması öngörülen yeni Anayasa`yı doğrudan ilgilendiren seçim çalışmalarında parti ve adaylar başlıca iki hedef üzerine odaklanmıştı. Kimilerinin hedefi, oluşacak yeni meclis aritmetiğinde Anayasa`ya etki edebilecek maximum vekil sayısıyla söz sahibi olmak iken, bazılarının hedefi de mevcut statükocu Anayasa ile yetinerek yeni bir Anayasa yapmanın önüne geçmekti.

İktidar partisinin hedefi ise gerektiğinde Anayasa`yı tek başına oluşturacak, ya da referanduma götürecek bir sayısal çoğunluk elde etmekti.

Bu yönüyle bakıldığında aldığı oy oranıyla tarihi bir başarı elde etmiş olmasına karşın iktidar partisi, referandum yeter sayısı olan 330`un altında vekil sayısı çıkarmış olması, aldığı yüzde ellilik oy oranına nisbetle beklediği başarıyı yakalayamadığı anlamı ortaya çıkmaktadır.

Bu durumda hükümet ister istemez başka partilerin onayını almak zorunda kalacaktır. Seçim stratejilerini yeni Anayasa yaptırmama üzerine kuran partilerin ne şekilde olursa olsun yeni Anayasa çalışmalarına destek vermeyecekleri konusunda neredeyse herkes hemfikirdir. Geriye BDP`nin desteklediği bağımsız vekiller kalmaktadırlar ki, bunların da destek verip vermeyecekleri, ya da Öcalanizm`i önceleyen muhtemel şartlarının hükümet kanadınca kabul edilip edilmeyeceği belli değildir. Daha doğrusu “Öcalan-Devlet görüşmesi”nin seyri, aynı zamanda bağımsızlar grubunun mecliste takınacakları tavırda belirleyici etken olacaktır.

Dolayısıyla ortaya çıkan yeni meclis aritmetiği, yeni Anayasa için hiç de umut vaat etmediği yönündeki görüş noktasında birçok analist hemfikirdir.

Diyelim ki Ak Parti hükümetinin büyük umutlar vaat ettiği yeni Anayasa için gerekli destek sağlanmadı ve eski Anayasa ile yetinilmek durumunda kalındı. O halde…

Mevcut Anayasa, toplumsal farklılıkları katleden, farklı toplum katmanlarının özgürlük alanlarını kısıtlayan bazı meşhur maddeler içerse de aslında topluma baskı aracına dönüştürülen şeylerin birçoğunun Anayasa ile ilgisi bulunmamaktaydı. Tektipçiliği ve yasakçılığı devletin bekasına indirgeyen klasik devletçi zihniyet ve bu zihniyetle yoğrulan başta üst yargı kurumları olmak üzere Anayasal kurumların şahsında şekillenen kast sistemi, donuk zihniyetin rıza göstermediği her türlü özgürlük taleplerini Anayasal kılıflara büründürerek talep ve özgürlük istemlerine ayak bağı olmayı sürdürmekteydi.

Mesela Kürtleri ve diğer etnik grupları Türklük potasında eritmek isteyen maddeler Anayasa`da yer edinmesine karşın özellikle dini ve sosyal hayatın birçok gereklilikleri karşısında Anayasal ve hatta yasal engeller bulunmamasına rağmen diğer mevzuatlar veya kurumların iç hizmet kurallarının gizemine sığınılarak yasakçılık ilkeleri basit ve alakasız yorum ve içtihatlarla içselleştirilme yoluna gidilmektedir.

Mesela başörtüsü yasağı ve yasaklama alanlarıyla ilgili yasaklayıcı hiçbir yasa maddesi olmamasına karşı yönetmelik ve genelgelerin gölgesine sığınılarak insanlar hep mağdur edilegeldi. Kamuyu zararlı alışkanlıklardan korunmayı öngören Anayasal hükümler bulunmasına karşı siyasi yargı kararları ile belli alanlarda içki yasakları tuhaf bir şekilde özgürlüklere aykırılık teşkil ettiği ya da laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edildi. Dini özgürlükler temel haklardan olmasına ve Anayasal güvence altında olmasına rağmen Kur`an eğitimi için belli bir yaş sınırlaması zorunlu kılındı.

Buradan anlaşılması gereken şey, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasında tabii ki Anayasal ve yasal güvencelerin önemi yadsınamaz, ancak yasa uygulayıcılarının zihin konforu, gerektiğinde tüm güvencelerin önüne geçebiliyorsa buna karşı yasal teminatların yürürlüğe konulmasının zorunluluğu da ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle hükümet şayet Anayasa değişikliği gerçekleştiremese dahi burada sorumluluktan artık kaçamaz, kaçamamalı. Elbette temel özgürlüklerden birçoğunun kullanılması noktasında yasal düzenlemeler gerekmeyebilir. Ancak statüko, köhne zihniyetiyle ucube içtihatlar ortaya koyarak bunun önüne geçebiliyorsa, o halde söz konusu temel özgürlüklerin teminat altına alınması noktasında hükümetin de bir şeyler yapması, temel hakları yasal teminat altına alması gereği hasıl olmaktadır.

Kur`an Kurslarına yönelik yaş dayatması, başörtüsü yasakçılığı, İmam-Hatip okullarının orta kısmının kapatılması ve devam eden katsayı uygulaması… Tamamen 28 Şubat döneminin ürünüdür. Bu yasaklar konulurken Anayasa değişikliği yapılmadığı gibi, bunların tamamen kaldırılması da Anayasa değişikliğini gerektirecek meseleler değildir.

Üniversitelerde başörtüsünün yasaklanması yasal bir olguya dayanmadığı gibi, bu alanda sağlanan kısmi serbestlik de sadece idari tasarrufla sağlandı. Ancak hala bazı yerlerde yasaklamalar sürüyor. Kamu ve ilköğretimde de aynı yasak kalkmalıdır. Mesele başörtüsü serbestliği olunca ve birileri başörtüsü takmak istiyorsa, bunun sadece belli yerlerle sınırlandırılması olsa olsa işgüzarlık olur. Eğer bu mesele temel haklar kapsamında değerlendiriliyorsa, bu istem kısmi alanlarla sınırlandırılmamalıdır. 

Aynı şekilde Kürt halkının kendi dil ve kültürünü sonuna kadar kullanma/yaşatma istekleri de hükümetin rahatlıkla üstesinden gelebileceği yasal düzenlemelerle sağlanabilir.

Yeni Anayasa konusunda konsensüs sağlanmasa bile hükümet artık bu talepleri erteleme lüksüne sahip değildir, olmamalıdır da. Bugüne kadar halkın büyük çoğunluğu hükümete destek vermişse hükümet de artık bu kredinin farkında olmalı, statükocu baskının gölgesine sığınmaktan vazgeçmelidir.

İlk önce üstesinden rahatlıkla geleceği yasal değişikliklerle hükümet üzerine düşen görevi yapmalıdır ki, Anayasal değişikliklerde söyleyeceği bir sözü bulunabilsin.