Kirli ajanda kaos dayatıyor
Bir ayı aşkın süredir bir ucu PKK`ye, diğer ucu devlet birimlerine dayanan YDG-H namındaki çeteci oluşumun belirli aralıklarla dindar kesime yönelik yoğunlaşan saldırı ve taşkınlıklarını izleyip duruyoruz.
Sahnede her ne kadar saldırgan çeteci oluşum ile saldırıların hedefindeki İslami kurumlar olsa da belki daha dikkat çekici olanı, yapılan provokatif taşkınlıkları teşvik edip seyretmekten zevk duydukları şüphe götürmeyen kesimlerin olmasıdır. Ki bu kesimler, PKK ile devlet aygıtının ta kendisidir.
Saldırgan çeteci oluşumu ortaklaşa organize edip saldırılara teşvik eden taraflardan her birinin kendine göre belirledikleri hedefler vardır. Taraflar, gelecekteki hedefleriyle ilgili farklı düşünceler taşısalar da üzerinde karar kıldıkları ortak yöntem, şimdilik İslami kesimi çatışmaların merkezine çekerek yol almak istemeleridir.
Yaşadığımız coğrafya Kürdistan olunca, Kürdistan`ın da bir bütün olarak Ortadoğu denen kaygan zeminin en kaygan bölümlerinden birini teşkil ediyorsa zaten her güne farklı bir sürprizle uyanmaya hazırlıklı olmak zorunluluk arz etmektedir.
Bölgedeki İslami kesimlere saldırmak suretiyle yürütülmek istenen kirli senaryolar, biraz iç içe geçse de Türkiye içi gelişmeler ve bölgesel gelişmelere dayanan başlıca iki ciheti bulunmaktadır:
Birincisi: PKK ile devlet arasındaki kronik çatışmaların aldığı boyut, bir yönüyle bölgede üstünlük kurma mücadelesi ise diğer yönüyle de bölgeye müdahil olan bölge dışı güçlerin hem devlet hem de PKK`yi birbirlerine karşı terbiye aracı olarak kullanma gerçeğini beraberinde getirmiştir.
Son günlerde tekrar alevlenen Hakan Fidan meselesinde de görüldüğü gibi bölgesel politikalarda Türkiye`ye yeni bir politik ayar çekme operasyonu halen bölge dışı güçlerin öncelikleri arasındadır. Çoğu kez denendiği şekliyle de PKK`nin Türkiye`ye karşı ayar çekme operasyonunda sopa olarak kullanılmasına dönük manevralar, şimdilik “ateşkes sürecinin” bozulmasına dönük PKK`ye yapılan baskılarla sürmektedir.
Bir yılı aşkındır ağır aksak da olsa süren bir ateşkes süreci vardır ve bölge halkı bu durumdan oldukça memnundur. Ancak sürecin geldiği nokta hem PKK hem de devlet içerisindeki çatışmacı güçlerin memnuniyetsizliğiyle karşılaşmış bulunmakta ve vebalini birbirlerine yüklemek suretiyle süreci bir şekilde bitirmeyi hedeflemektedirler. Bu çatışma arzusu ise iki tarafın çatışmacı unsurlarını garip bir şekilde “günah keçisi” arayışında bariz bir ortaklığa sevk etmektedir. Burada karşımıza çıkan iki tarafın ortaklığından mütevellit YDG-H denen çeteci oluşum ortaya çıkarılırken çeteci oluşum için İslami kesim de hedef olarak belirlenmiştir. Devlet içerisindeki “derin-sığ ayak” bu oyunu bilinçli olarak oynarken aslında PKK ve legal yan türevleri de o “bilinçten” yoksun değildir. Lakin bu kesim için halkın tek temsilcisi olma yolundaki büyük iddianın çatışma ve kaostan geçtiğinin önceki dönemlerde test edilmiş olması, devletle ortaklaşa girilen kaos senaryosunu şimdilik onlar açısından daha cazip kılmaktadır.
İkincisi: Meselenin Türkiye içerisindeki yansıması çatışmacı unsurların kan revan dolu günlere duydukları özlem olarak karşımıza çıksa da yine iki tarafın şahinlerinin önüne konan ortak ajandanın içeriği, bölge dışı güçlerin iki tarafı da aslında ne şekilde yönlendirdiği gerçeğini de ele vermektedir.
Birçok ülkeyi aynı anda etkileyebilecek potansiyele sahip Kürt meselesi, bölgeye ayar çekme peşindeki bölge dışı güçler açısından bir bütün olarak Kürt halkını deyim yerindeyse “Altın yumurtlayan tavuk” konumuna yükseltmiştir. Bu bakımdan Kürt halkını kavaldan çıkan nağmelerle güdülen koyun sürüsüne dönüştürme operasyonları büyük bir titizlikle yürütülmekte ve bu kavalı çalan çoban olarak da PKK seçilmiş bulunmaktadır. PKK dışında Kürt halkı içerisinden neşet edecek herhangi bir yapı özellikle de İslami bir oluşum, bölge dışı güçlerce planlarına çomak sokmak olarak algılanmaktadır. Durum bu şekilde olunca ve müdahaleci aktörler bölge dışı güçler olunca hep yadırganıp eleştirilen güvenlik güçlerinin neden aleni bir şekilde yapılan saldırı ve taşkınlıklara müdahalede bulunmadığı ya da 2006`dan beri süren yüzlerce saldırının bir tek failini bile yakalamadığı sorusunun cevabı da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Çünkü devlet ile PKK içerde iki zıt aktör olarak görünse de ikisinin de önüne konulan ajanda, aynı güçlerin oluşturduğu ortak ajandadan ibarettir. Anlayacağınız, oynanan filmde düşman aktörler rol alıp seyirciyi farklı beklentilere sokmayı başarsalar bile netice itibariyle her şey senaristin önceden yazdığı senaryoya göre şekillenip yürümektedir.
PKK`li çetelerin pervasız saldırıları da, devlet ricalinin oynadığı üç maymun rolü de, iki tarafın medya-siyaset-STK gibi eklentilerinin ortaklaşan tavrı da aslında tarafların önüne konulan kirli ajandanın gerekliliklerinden olduğu gerçeği, kuşkulara yer bırakmayacak açıklıktadır.
1990`lı yıllarda yine bölge dışı güçlerin ajandasını İslami kesimleri by-pas etme reçetesi olarak algılayıp uygulama girişiminde bulunan PKK, bugün aynı reçeteye bir kez daha müracaat etmiştir.
Aynı reçeteyi geçmişte PKK ile ortaklaşa uygulayanlar Ulusalcı-Ergenekoncu çeteler iken bugün ise bu vazifeyi yüklenen kesim, güya derin devleti tasfiye ettiğini düşünen “eski mücahit” tayfası oluvermiştir.
Başarı mı? Onun sınırlarını belirleyen de, hezimeti tattıran da Yüce Allah`tan başkası değildir. Kirli senaryolara meze olmayı “stratejik” sayan nice zihniyetler, aslında basit “taktiklere” alet edildiklerini fark ettiklerinde paylarına düşen sadece pişmanlık olmuştur.