Bernard LEVYnin Yüreği İhtilaflarımız Kadar Güçlüdür
Bernard Levy ismi, Tunus`tan hemen sonra halk ayaklanmasının sıçradığı ikinci ülke olan Libya ile anılmaya başlandı, Suriye içerisindeki muhaliflerden kopuk olarak oluşturulan konsey toplantılarıyla da ayyuka çıktı.
Temel işlevi, bölgede farklı zamanlarda cereyan eden hadiselerde israil`in güvenliğini esas almak, israil`in sözde “haklı mücadelesini” gündemleştirmek oldu.
Başbakan Erdoğan`ın hafta içerisinde “Mısır`daki darbenin arkasında israil var, bunun belgesi elimizde” sözleriyle beraber dikkatler Paris`teki ilgili toplantıya ve dolayısıyla Bernard Levy`nin orada sarf ettiği sözlere çevrilmiş oldu.
Aslında söz konusu toplantı, Levy`nin ilk toplantısı olmadığı gibi sarf ettiği sözler de ilk sözleri değildi.
Türkiye, İran, Mısır, Suriye, Katar, Suudi, Libya ve benzeri ülkeler farklı meselelerde farklı pozisyonlar icra edip bölge içi kamplaşmalarda değişik mecralara sapsa da “Arap baharı” ile beraber bir anda popüler hale gelen Bernard Levy için tek ve değişmez seçenek israil`in güvenliği ve önünün açılması olmuştur. Elbette bunun Levy açısından anlaşılır sebepleri bulunmaktaydı. Fransız vatandaşı olsa da Levy, Yahudi olmanın yanında tipik bir siyonist maceraperestlik idealine de sahipti.
İslam dünyası örneğin Libya`daki isyandan daha olumlu sonuçlar beklentisinde iken Levy, yeni oluşacak Libya`daki idarenin israil`le müstakbel ilişkilerine odaklanmış durumdaydı.
2011 yılının Kasım ayında AFP`ye verdiği demeçte “Libya Ulusal Geçiş Konseyi`nden Fransız hükümetine, Libya`da kurulacak yeni düzenin Filistin meselesinde ve israil`in güvenliği konusunda daha ılımlı bir politika izleyeceğine ilişkin sözlü mesaj götürdüğünü” söyleyen Levy, Fransa`da bir grup Yahudi ile düzenlediği bir toplantıda, Libya`daki girişimlerini iki nedene bağlamaktaydı:
“Birincisi, ben bir Fransız`ım ve ülkem adına dünyayı bir diktatörden kurtarmak için üstlendiğim görevle onur duyuyorum. İkinci sebep ise ben bu görevi Yahudi olduğum için yapıyorum.”
Daha sonra Geçiş Konseyi yalanlasa da Levy, konseyin bu istekleri kabul ettiğini iddia etmişti. Levy`nin Libya mesaisi sadece Libya turları ile sınırlı değildi. Libya üzerindeki emellerini ve icraatlarını kitaplaştırıp yayınlayan Levy, 2012`de 65. Cannes Film Festivali`ne de yine Libya`yı konu alan “Tobruk Andı” adlı filmle katılmıştı.
Elbette Levy`nin çekim alanına giren sadece Libya değildi. Suriye`de baş gösteren ve silahlı çatışmalara dönüşen ayaklanmayı da yakın markaja alan Levy, tıpkı Libya`da yapıldığı gibi Suriye`de de dış müdahaleyi esas alan bir projenin uygulamaya konulması için sıkı bir çabanın içerisine girdi.
Katıldığı film festivalinde Suriye ile ilgili açıklamalar da yapan Levy, şöyle diyordu:
“Suriye`ye yapılacak bir dış müdahale, Libya`dakinden daha başarılı geçecektir. Çünkü burada Türkiye`nin oynayacağı rol söz konusudur ve Arap Birliği de Beşşar Esed rejiminden kurtulmakta kararlıdır. Ayrıca Esed, Kaddafi kadar çılgın değildir. Uluslararası toplumun Esed`i tehdit etmesi halinde Kaddafi`nin aksine Esed, bu tehditlere boyun eğecektir.”
ABD ve müttefikleri olası bir müdahaleye ekonomik anlamda “kâr-zarar” hesaplarıyla yaklaşırken Levy`nin “stratejik” çıkarların önemine vurgu yapması dikkat çekiciydi:
“Suriye`ye askeri müdahale zorunludur. Çünkü şehitlerin sayısı artmaktadır ve stratejik çıkarların önemi, ekonomik çıkarlardan daha az değildir. Yoksa biz, gerçekten de Suriye`ye Ahmedinejad`ın müttefiki olan bir kişinin hâkim olmasını mı istiyoruz?”
Libya tipi bir “Ulusal Konsey” modelinin Suriye için oluşması çabalarında sıkça sahneye çıkan Levy, Paris eksenli Suriye toplantılarında hep en önlerdeydi. Ancak Suriye meselesine dâhil olan ülkelerin çokluğu ve oluşan Ulusal Konsey üzerindeki siyasi rekabet, bir tür Libya modeline uygunluk arz etse de Levy`nin tam da arzuladığı çapta bir konsey oluşumu bir türlü oluşturulamadı. Belki de devletlerin rekabet mücadelelerinin sonucu olsa gerek, oluşturulan Ulusal Konsey, Suriye sahasında silahlı gruplarla bir türlü bütünleştirilemedi.
Şüphesiz ki Levy gibi siyonizm muhiblerinin Arap Baharıyla oluşan havayı israil lehine çevirme manevraları sadece bunlarla sınırlı değildi. Nitekim bugün için Mısır`da yaşanan darbe ve işlenen insanlık suçları, halen bölgedeki değişim havasının israil yararına dönüştürülmesi çabalarının hız kesmediğinin en açık göstergesidir.
Burada amacımız, Levy`nin şahsında Libya ve Suriye üzerinde dönen dolapları kısır döngüye dönüşen malum tartışmalara yeniden alet etmek değildir. Asıl görülmesi gereken şey, bölgede yaşanan bunca katliamlara karşın önümüze çıkan iki farklı tabloya dikkat çekmektir.
Bu iki tabloyu Mısır`da darbe öncesi ve darbe sonrası olarak belirtmek mümkündür. Çünkü ortaya çıkan durum, Batının sinsiliği ve ikiyüzlülüğü açısından darbeyi bir dönüm noktası haline getirmiştir.
Libya`da ve Suriye`de yaşanan çatışmalarda ölen insan sayısını, yaşanan insanlık dramlarını öne çıkaran Batı, Mısır`da bizzat yaptırdığı darbeyle daha korkunç katliamların yaşanmasına ön ayak olmuştur.
Üstelik yaptıkların`da sadece ikiyüzlü davranmakla sınırlı kalmamış, darbe öncesinde özellikle Suriye üzerinde oynanan büyük oyunlarla İslam âleminin büyük bir fitne girdabına düşmesini başarabilmiştir.
Şayet bugün Mısır`da yaşanan korkunç katliamlara karşı İslam dünyası halen ikilem yaşıyorsa, halen gereken tepki verilemiyorsa burada en az Batı kadar İslam âleminin de sorumluluğu mevcuttur.
Yerine göre “stratejik/milli çıkarlar” yıkım ve katliamlardan, darbelerden daha önemli görülüyorsa suçu, suçluyu biraz da kendi içimizde görmemiz gerekecektir.
Levy gibi siyonist misyonerler “Mısır`da Müslüman Kardeşler seçimi kazansa da onlar kazanamayacaktır, çünkü demokrasi sadece sandık değildir” diyebiliyorlarsa bu cesareti Müslümanların dağınıklığından aldıklarından şüphe yoktur.
Bölgenin üç önemli ülkesi olarak İran, Türkiye ve Mısır görülmektedir. Mısır şu anda canavarların pençesinde. Türkiye`nin durumu kritik bir noktada. İran ise asıl hedeflerinden birisini teşkil ediyor. Ve ne yazık ki bölgenin gidişatına yön verebilecek bu üç ülke, ortak bir noktada buluşmayı beceremedi.
Batı ve israil, her gelişmeyi israil`in güvenliğini esas alarak değerlendirirken bölgenin üç önemli İslam ülkesi bir türlü ortak maslahatta buluşamadılar. Levy ve benzerleri Libya, Suriye ve Mısır`la ilgili çevirdikleri dolapların aynısını kısa vadede Türkiye, orta vadede ise İran`a taşıma planlarıyla meşgul olurken Müslümanlar ise namlularını halen israil yerine birbirlerine çevirmekle meşguller.
Darbe, işgal, katliam ve talan manzaraları içerisinde Müslümanlar “ortak düşman”a kilitlenmedikçe namlularından hep ihtilaflar, zıtlaşmalar, kutuplaşmalar çıkmaya devam edecek, bu da israil hesabına “kâr” olarak yazılmaya devam edecektir.
İşte Levy cinsi küstahların cesaret kaynağı tam da bu noktada önem arz eder hale gelebilmektedir.