• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.86
  • ...

“Aksi ispat edilinceye kadar sanık suçsuzdur” diye!

Elbette sanıklar aleyhine ileri sürülen iddialar ispatlanmaya muhtaçtır ve ispatlanmadıkça da sanık suçsuzdur. Çünkü bu kural beşeri hukukun da diğer tüm hukuk sistemlerinin de en belirgin ölçütüdür. Ancak iddia edilen delillerle insanların yargılanmasının uzun tutukluluk süresine yayılması, yargılama sürecini başlı başına sorunlu hale getirmektedir. Kaldı ki sanığın suçlu bulunamamasından doğacak gecikmiş adalet olgusu da adalet olmaktan çıkmış olmaktadır. Nitekim bu durum, yargı çevrelerinde “Geciken adalet, adalet değildir” özlü sözüyle ifadesini bulmaktadır.

Yine de buraya kadar oluşan fiili durumu normal görmüş olalım. Ancak henüz sanık sandalyesine oturtulmamış birilerine karşı başlatılan psikolojik harekatla belirgin bir linç ortamının oluşturulmasına dönük bariz çabaların güdümlü medya vasıtasıyla pekiştirilmesi sonucu kimi sanık adaylarının peşinen suçlu ilan edilmesi acaba hangi adalet anlayışıyla bağdaştırılabilmektedir?

Geçen ay “Hizbullah operasyonları” bahanesiyle sivil kurumlara karşı başlatılan operasyonlardaki peşin suçlamaları bir tarafa bırakalım. Bu hafta içerisinde “Hizbullah`ın Türkiye sorumlusu” safsatalarıyla daha yurt dışındayken polis ile işbirlikçi medyanın marifetiyle deyim yerindeyse idama mahkum edilen M. Bahattin Temel`e yönelik vahşi ithamlar acaba hangi hukuki anlayışın ürünüydü?

M. Bahattin Temel, yıllardır ticaretle uğraşıyor. En son İSTOÇ`ta açtığı işyerinde çalışıyordu. Toptan eşya satışı yapan işyerinin yüzlerce bayisi bulunmaktaydı. Bayilerin isteklerine göre benzeri bir çok iş kolunun yaptığı gibi Dubai ve Çin gibi yerlerden mal temin ediyordu. Dolayısıyla defaatle bu ülkelere gidip gelmişti.

Ancak Hizbullah tahliyeleri sonrası oluşturulan cadı avı ve kayıplara karışan sanıkların bulunmasına dönük suçlu bulma telaşı, sadece D.Bakır ve civarında yapılan baskınlarla son bulmadı, en sonunda yurt dışına gidip gelen M. Bahattin Temel üzerinden muazzam bir komploya dönüştürüldü. Hem de avukatlarına haber vererek “veremeyecek hiçbir hesabım yok, geliyorum” deyip gelmesine rağmen.

Daha önce İstanbul`da yapılan operasyonlarda M. Bahattin Temel`in de evine baskın yapılmış, ancak yurt dışında olduğu için yakalanamamıştı. Yurt dışında olmasını fırsat bilen Emniyet bünyesine sinmiş “sahte delil üretme çetesi” hemen kolları sıvadı ve nafile ibadet babından olsa gerek, yalan üstüne yalan senaryolar üretmeye koyuluverdi.

Emniyete çöreklenmiş “sahte delil üretme çetesi”nin cihanşumul Çete Haber Ajansı (ÇHA) üzerinden yaptığı dezenformasyon, Moon tarikatçılarının ibadet reflekslerini bile geride bırakacak nitelikler arz etmekteydi. Neler yoktu ki;

Sahte kimlikle yurda giriş yapan Temel, kıskıvrak yakalandı!

İran`daki Hizbullah Örgütü liderinden eylem talimatı aldığı, örgüt militanlarını silahlı eylemlere yöneltmek için geldiği belirlendi!

Hizbullah terör örgütünün Türkiye`deki faaliyetlerini organize ettiği iddia edilendBahattin Temel, İran`daki örgüt lideri İsa Altsoy ile görüş yaptıktan sonra Türkiye`ye giriş yaptı.

Örgüt paraları ile İstanbul`da paravan şirket kurarak, ticari faaliyette bulunduğu ve örgütün paralarını bu şirket üzerinden akladığı ileri sürüldü.

Temel, Yargıtay`ın Hizbullah tahliyeleri sonrasında tahliyesi gerçekleşen örgütün üst düzey yöneticilerine yurt dışına özellikle de İran`a gitmeleri için yardımda bulundu.

Temel, 9 Ocak 2011 günü yine ticari bağlantı gerekçesiyle Bahreyn`e oradan da İran`a geçerek lider kadrosunda bulunan İsa Altsoyla görüştü.

Tahliye sonrası firar eden örgüt mensupları ile yurt dışında bir araya geldi.

Örgüt, silahlı kanadını oluşturup toparlanma sürecine girmek için adımlar attı.

Arap ülkelerindeki kargaşayı kullanarak eleman bulmaya çalıştığı öne sürüldü.

Ve daha nice ipe sapa gelmez ithamlar! Elbette basın organlarının tüm yelpazelerine yansıyan bu tür iddialar, basındaki şeytanokların, iblis/habis bozuntularının akledebileceği şeyler değildi. Tüm bunlar, Emniyet bünyesinde cemaat niyetine çeteleşen malum fesat grubunun marifetinin ürünüydü.

Çeteci ifsad grubu, bellidir ki devletin gücünü kötüye kullanmak pahasına maksatlarını aşan operasyonel adımlar atmaktaydı. Hatta işi o kadar ileri götürüyorlar ki, ne masuniyet karinesi ne de kişisel hakları gözetmektedirler. Nitekim suçlamalara bakılırsa sanığın işlettiği işyerine bile göz koydukları görülmektedir.

Şimdi başa dönüp şunu soralım: Aksi ispat edilmedikçe herkes masumdur diyen başta Başbakan olmak üzere hükümetin ilgili yetkilileri savcı ya da hakim olsalardı, henüz gözaltı sürecinde iken bu kadar ağır suçlamalara maruz kalan bir sanıkla ilgili acaba ne kadar adil bir karar vereceklerdi? Muhtemelen uzun sürecek bir tutuklama sürecinden sonra düzenlenecek iddianamede bu tür saçma suçlamaların hepsi yer bulacaktır. Dolayısıyla M. Bahattin Temel, kendini savunmak adına ileri sürülen ağır ithamların yalan olduğunu ispat etmek zorunda bırakılacaktır. Sanık, hakkında ileri sürülen ithamları çürütmedikçe büyük ihtimalle tutuklu kalacak ve belki de ağır bir cezaya da çarptırılacaktır. Tekrar sormak lazım; sanık aleyhine iddia edilen suçlamalar için mi kanıt gerekiyor; yoksa sanığın iddiaların yalan olduğunu ispat etme zorunluluğu mu belirleyici oluyor? Aslında işleyen sürece bakılırsa totaliter rejimlerde örneklerine sıklıkla rastlanan ikinci şıkkın, yani sanığın atılı suçlamaları çürütme zorunluluğunun hasıl olduğu görülüyor.

Tekrar sormak lazım; Sayın Başbakan, sayın hükümetin diğer yetkilileri! Yargıya müdahale edemiyorsunuz. Ancak adalet ilkelerinin gözetilmesi gerektiğini, bunun için çaba sarfettiğinizi söylüyorsunuz! Peki ama, doğrudan size bağlı Emniyet teşkilatında insiyatifi ele alıp devlet imkanlarını ihtiraslarına peşkeş çeken malum “delil ihdas etme çetesinin” bu tür pervasız tavırlarının sorumluğu kime aittir?  Siz hakim veya savcı olsanız, çetenin ihdas ettiği bu tür delillerle önünüze gelen sanıklarla ilgili hukuki/vicdani bir karar verme olasılığınız mümkün mü? Böyle bir durumda yargı sürecini bekleme tavsiyesinin makul bir karşılığı olabilir mi?

Daha da önemlisi, çeteci oluşumun sahte delilleriyle yaşanacak devasa mağduriyetin vebali sadece çeteci oluşumla sınırlı kalır mı? Hakkaniyetin tecellisi namına oluşan fiili duruma seyirci kalmanızın vebalinden sizin kurtulmanız mümkün mü? Bırakın beşeri faktörleri, Allah indinde bunun hesabını nasıl vereceksiniz?

Bahattin Temel örneği, sadece yaşanan son örnek. Son yıllarda yaşanan bu tür operasyon, gözaltı ve tutuklama örneklerinin hemen hemen tümünde aynı durum yaşandı. Haydi bir tanesi fark edilmedi ya da görmezden gelindi diyelim. Oysa yaşanan tüm süreçlerde hep aynı taktik uygulandı. Dolayısıyla tüm suç, müdahale edemediğiniz yargının da payına düşmemektedir.

İşin özü şu: Siyasi rakip edasıyla hareket eden çeteci oluşum, tasfiye etmeyi planladığı kişilerin kararını gayrı resmi ve gayrı meşru odaklardan aldıktan sonra pozisyonlarından aldıkları devlet gücüyle harekete geçmekte, kişilerle ilgili sahte belge veya mail oluşturmakta, ortak hareket ettikleri medya vasıtasıyla kamuoyunda peşinen bir mahkumiyet kanaati oluşturmakta, sonra da bunu resmiyete dökerek yargıya taşımaktadır.

Bu durumda amir pozisyonundaki tüm yetkililer ve hükümetin, Emniyet teşkilatı bünyesinde oluşturulan Gestapo düzenini görmezden gelme lüksü olabilir mi?