• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...
Otuz yıla yakın bir zamandır PKK ile devlet arasında süregelen silahlı çatışma süreci, ana hatlarıyla bir “Türk-Kürt savaşı” değildir. Ama artık bu çatışma, ne Türkler ne de Kürtler açısından tolere edilebilir olmaktan da çıkmıştır.

İki güç arasındaki çatışma süreci boyunca iki taraf da etkili olabilecek tüm kozlarını ortaya koymuş, kirli yöntemlerin her çeşidini denemiştir.

Çatışma sürecinin ağır faturalarının tümünü ödemek durumunda kalan hem Türkler hem de Kürtler, artık çileye dönüşen bu sürecin bitimini şiddetle arzulamakta hemfikir olmuştur.
 
Çatışma ortamının sonlanmasına dönük mesaj trafiği, dolaylı görüşmeler falan… Daha önce de denendi. Özal zamanındaki ilk deneme, “Devlete rağmen” gerçekleştiği için büyük bir provokasyonla beraber aynı zamanda, iddialar doğru ise Özal`ın hayatı pahasına kapatıldı.
 
PKK, Türk milliyetçiliğine esir düşen “Türk Solu”ndan yediği “Kardeş/Yoldaş kazığının” verdiği tecrübeyle “Kürt söylemini” öncelemeye yönelse de hiçbir zaman “İhtilalci Sol” jargona militanlık yapmaktan vazgeçmedi ve bu yönüyle de sade bir Kürt hareketi olmayı istemedi/başaramadı.

AKP iktidarı döneminin başlamasıyla beraber “Bağımsız Kürdistan” söylemini revize eden PKK, Ankara merkezli iç iktidar savaşının bir parçası olmak adına yeni dönem stratejik hedefini AKP iktidarının devrilmesi olarak ilan etti. Bu yönüyle de, AKP iktidarına had bildirmek isteyen Balyozcu, Ergenekoncu vs bilumum darbeci klikleriyle (Kemalist) Sol`a dayalı ideolojik yoldaşlığın samimi bir parçasına dönüştü. PKK açısından bu tavır, kredisini Kürt`den alan, ama harcamasını Sol`a yapan bir tablo ortaya çıkardı.
 
AKP ise, geçmiş iktidarlarla karşılaştırıldığında, eleştirilecek yönlerine, eksikliklerine rağmen hiçbir siyasal iktidarın yapamadığı olumlu gelişmelere imza attı. Bir takım iyileştirmelerin yolunu açtı. Zaman zaman şahin söylem ve politikaları devreye soktuysa da, iyileştirmelere devam etti. Ancak kendisinin de kabul ettiği Kürtlerin belli başlı bazı haklarının iadesini PKK`den alacağı bazı tavizlere endekslemesi, PKK çizgisinde olmayan Kürtler arasında da zamanla samimiyetini sorgular hale getirdi. Yine bu konuda AKP`nin belki de “şansızlığı”, İslami geçmişe sahip kadroların partisi olmasıydı ki PKK`nin, yapılan iyileştirmeleri “savaşın tırmandırılması” gerekçesine indirgemesinin altında yatan nedenlerden biri de buydu. Ve bu tavır, Ankara merkezli darbeci (Kemalist) Sol`un “Dinci iktidarla” hesaplaşmasında PKK`yi “Devrimci cephenin” bir üyesi olmaktan kurtaramadı. Nitekim kasetli revizyondan geçen “Yeni CHP`nin” atacağı adımları “nefesini tutarak izleyen Öcalan/PKK” açısından AKP yerine CHP iktidar olsaydı ve iyi denilebilecek gelişmeler yaşansaydı, belki de hala gündemin birinci maddesi olan silahlı çatışma sürecine çoktan nokta konulmuştu.
 
Derken deşifre olan Oslo sürecinde ‘Devlet` ile PKK arasında uzun soluklu görüşmelerin yapıldığı, uzlaşının an meselesi olduğu haberleri ortaya çıktı. Peşinden alevlenen çatışma süreci, aslında ‘Devlet` ile Öcalan arasındaki görüşme hiç kesintiye uğramasa bile artık savaş baronları için bir istisna olmaktan çıkıp kural haline gelen çatışma kültürünün kolay terk edilecek bir durum olmadığını ortaya koydu.
 
Ve İmralı ile yeniden belli bir aşamaya getirildiği açıklanan yeni bir görüşme süreci yaşanıyor. Oslo`dan farklı olarak İmralı sürecinden kamuoyu erken haberdar oldu/edildi. Oslo deşifre olurken, aynı zamanda müzakere edilen konular da deşifre olmuştu. Oysa yeni İmralı sürecinden erken haberdar olunsa da, görüşüldüğü açıklanan esaslardan ziyade görüşüldüğü açıklanmayan esaslar merakları tetikliyor.
İmralı`da görüşüldüğü söylenenler, yeni anayasada etnik vurgu meselesi, dördüncü yargı paketinin kapsamı vs. Ki bunlar zaten kamuoyunun gündeminde olan, çözüm bekleyen ve çözüm için hükümetin irade beyanında bulunduğu bağımsız konular. PKK`nin sadece bu başlıklara karşılık silah bırakarak beyaz bayrak çekeceği konuşuluyor ki, bu söylenenler, kamuoyunun belli bir bölümünün gazını almak yönüyle anlamlı gelse de realiteye pek de yatkın görünmüyor.
 
Elbette ‘Devlet` ile PKK, çatışma sürecinin dinamik aktörleri olarak namlu kültürünün sonlanması amacıyla görüşme yapabilir, yapmalılar da. Ancak Kürtlerin geleceğinin ipotek altına alınacağı herhangi bir anlaşma, devlet açısından PKK sorununa bir çözüm getirse de Kürtlerin sorunlarına çare olamayacağı açıktır.
İki güç, kendi anlaşmazlıklarını, yüzeysel çelişkilerini bertaraf etmek için görüşebilir, anlaşabilirler. Hatta bu anlamda en büyük desteği de çatışmalardan en fazla mağduriyet gören Kürt kamuoyundan görürler. Lakin en yalın şekliyle ifade edersek, beni temsil etmeyen aktörlerin benim kaderimi belirleme, geleceğime ipotek koyma haklarının bulunduğu söylenemez.
 
Dikkat ederseniz, görüşmenin bir ucunda olan, siyasal iktidar söylemiyle ifade edilmiyor. Heyete “Devlet” sıfatı yakıştırılıyor. Bunun anlamı, görüşme perspektifi ve müzakere edilecek konular, siyasal iktidarın tek başına değil, bilumum bileşenleriyle “Devlet” mekanizmasının iradesini yansıtıyor. Daha açık anlamı, devleti oluşturan tüm farklı katmanların üzerinde uzlaştığı meselelerle sınırlı bir müzakere paketine onay veriliyor. Eğer kamuoyuna açıklandığı şekliyle gündemde olan bir takım yasal düzenlemelerle PKK silah bırakmayı kabul edecekse, kendisinin bileceği bir iştir. Halkın maslahatı, zaten silahlı çatışma sürecinin artık bir şekilde sonlanmasıdır.
 
Müzakerenin bir ucunda ‘Devlet` bulunurken, diğer ucunda da dikkat ederseniz Kürtler değil, PKK bulunuyor. Dolayısıyla bu görüşmeden çıkacak herhangi bir sonuç, PKK sorununun bitirilmesi açısından bir anlam ifade etse de, PKK`yi de aşan niteliğiyle genel anlamda Kürt sorunu ve çok farklı katmanlarıyla Kürtlerin temel sorunları açısından çok da anlam ifade etmeyebilir.

Müzakere ve sonuca ulaşması halinde varılacak anlaşmanın neleri içereceği şimdilik gizli tutuluyor. Eğer oluşabilecek herhangi bir anlaşma nedeniyle PKK`nin Kürt toplumuna fiili tahakkümü dayatılacaksa, bu, Kürt toplumu açısından sorunun bitmesi değil, yeni sorunların başlangıcı olacağını her akl-ı selim sahibi kişinin kabul edeceği bir durum olacaktır.
 
Kürt toplumunun sorunlarının çözümü, varılacak herhangi bir mutabakatta Kürtlerin çok farklı siyasal katmanlarının katılımı ve onayı ile mümkün olacaktır. ‘Devlet`, nasıl ki bir bütün olarak üzerinde uzlaştığı konular çerçevesinde belli bir heyete yetki veriyorsa ki bu, eleştiri konusu olsa da devletin kendisi açısından hayli anlamlıdır. Kürtlerde de kendi grup sorunlarını aşan nitelikli genel meselelerde masaya oturmak, Kürt toplumunun tıpkı devlet misali uzlaşacağı konular ve yetkilendireceği heyet(ler)le mümkün olacaktır.
 
Hulasa-i kelam; Devlet, zaten Kürtlerin genel çerçevedeki haklı taleplerini PKK ile pazarlık masasına götürmekle Kürtleri bir paçavra olarak görme politikasını sürdürdüğünü göstermektedir. AKP de, her ne kadar topu devlete atıp kendisini temize çıkaran ifadeler kullansa da, Kürtlerin yarısından fazlasının oyunu alan bir siyasi iktidar olarak bu politikanın birinci derecedeki hamalıdır ve hep kullanageldiği “Kürtleri en fazla ben temsil ediyorum” söylemini bizzat kendisi boşa çıkarmış olacaktır.
 
Dolayısıyla ne ‘Devlet` ne de PKK`nin, Kürtler adına, Kürt toplumunun ortaklaştığı talepler dışında bir anlaşmaya varmaya hakkı yoktur. Hele hele totariyal Stalinist yapılanmayı öngören fiili dayatma ve oldubittilerle kabul edilecek herhangi bir anlaşma, kısa vadede ‘Devlet`i belki rahatlatacak bir nitelik arz edebilecektir. Ama ne kısa vadede Kürt toplumunu, ne de uzun vadede ne ‘Devlet` ne de Kürtleri asla rahatlatmaya yetmeyecektir.

Dolayısıyla görüşme süreci ve çatışmaların sonlanmasına yönelik her türlü çabaya EVET; Ama kaderime ipotek koymaya HAYIR! diyoruz.