• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Hak ile batıl, iman ile küfür, adalet ile zulüm arasındaki savaş aralıksız devam etmektedir. Bu savaşın yeryüzünde bildiğimiz yaratılıştan önce de var olduğuna Kur`an`da işaret edilir. Zira ilk etapta melekler yeryüzünde kan dökülmesine ve fesada sebep olduğu için insanın iradesine dayanan yaratılışa karşı itirazlarını dile getirdiler. Yani böyle bir örnekliği daha önceden bildikleri için tepkiyle karşıladılar. 

Hz. Âdem (as)`in yaratılmasıyla birlikte hak ile batıl arasındaki savaş yeniden başladı. Cin topluluğundan olan iblis, uzun süreli ibadi geçmişinden dolayı Hz. Âdem`in yerine hilafetin kendisine verilmesini, çünkü hakkı olduğunu ileri sürüyordu. Karinelere göre topraktan yaratılan Hz. Âdem`in iblisin önüne geçmesi ve iblisin ona secde etmesinin emredilmesinin ağır gelmesi üzerine isyan bayrağını kaldırdı. Hz. Âdem`e karşı kinle dolan iblis böylece tarihi savaşını başlattı.

Kur`an`dan anladığımıza göre iblis ile Hz. Adem arasındaki mücadele yumuşak savaşa dayanıyordu. Dolayısıyla iblis, yumuşak savaşın kurucusu olarak da tanımlanabilir. Kur`an`ın öğretisine göre iblisin cin ve ins velileri hak ve batıl, iman ve küfür savaşında doğrudan şeytan adıyla yer almakta, yumuşak savaşta şeytani yöntemleri kullanmaktadır. Kur`an, bu yöntemlere dikkat çekip mü`minleri düşmanlarının oyunlarından haberdar etmekte ve onlara karşı durma yolunu geliştirmeye yönlendirmektedir.

Fiziki aletlerle ve bedenle yapılan savaşın aksine yumuşak savaşta hedef kalp ve düşüncelerdir. Bu savaşta kullanılan araçlar diğerinden farklıdır. İletişim araçlarına yoğun bir şekilde yer verilmesi, bunu iletişim savaşı haline getirmiştir. Muhatabın psikolojisini etkilemek isteyenler iletişim savaşı olarak isimlendirirler. Ancak yumuşak savaşın sınırları geniş olduğundan bununla sınırlandırmak mümkün değil. Kalpleri ve düşünceleri etkilemeyi hedeflediğinden, yaygın araçlara sahiptir. İletişim dâhil her türlü aletten istifade edilmektedir. Böylece şahsın ya da toplumun iradesini ele geçirme ve kendileriyle aynı doğrultuya getirmek için çabalarlar.

Diğer bir deyişle yumuşak savaşta hedef, muhatabın fiziki yapısını değil de ruhunu ve gönlünü etkilemek ve kalbini nüfuz altına almaktır. Asıl tasarlanan ise, düşmanı dost haline getirmektir.

Karşı karşıya gelen insanlık tarihinin iki asli akımının hedefi düşmanını dostu haline getirmektir. Müslümanlar düşmanlarını evliyavullah haline getirmeye çalışırken, kâfirler ise evliyauşşeytana döndürmek için çabalarlar.

Önemine binaen Kur`an`da konuyla ilgili birçok ayet zikredilmiştir. Müslümanların dikkatli olmaları, evliyaullah olarak kalmak için çabalamaları istenir. İslam ümmeti ile küfür toplumu arasındaki savaşın kazanılması için yoğun bir gayrete ve araçları hassasiyetle kullanmaya ihtiyaç vardır.

Küfür akımı kendisini galip bir cereyan olarak insanlığa takdim etmek ister. Bu yolda bütün imkânlardan da istifade eder. Kendisini toplumun tek hakikati olarak tanımlarken, diğerlerine hayat hakkı tanımaya yanaşmaz. Fitneden, şüphe düşürmekten ve batıldan istifade edip hakkın önüne geçmek için çabalar.

İslam ile küfür çekişmesinin hassasiyetinden dolayı Allah Teâlâ, fitnecilerin oyunlarına karşı Mü`minlerin uyanık ve dikkatli olmalarını ister. Kendileriyle diğerleri arasına şeffaf sınırlar koymaları, aralarına fitne ve şüpheciliğin girip küfür akımının öne çıkmasına izin vermemeleri, İslam ile küfür arasındaki sınırların yok edilip kafirlerin, mü`minlerin velileri olmalarına müsaade edilmemesi ile ilgili çağrıda bulunulur. Al-i İmran Suresinin 28. Ayeti, Nisa suresinin 76 ve 89. Ayetleri, Maide suresinin 51 ve 181. Ayetleri ile başka da birçok ayet, düşmanın yumuşak savaştaki çabalarına ışık tutmakta, Mü`mini evliayullah çizgisinden kendilerine doğru çekmeye çalıştıklarını bildirmektedir.

Konuyla ilgili ayetlerde geçen velayet kelimesi dostluk anlamıyla sınırlı kullanılmamış. Bunun sınırlarını aşmakta, kalbin itaat etmesi ve olgu edinmesi için çalışılmaktadır. İnsanların kalben muhabbet besledikleri kişiler, her alanda onlar için olgudur. Sözlerini ve davranışlarını kabul edip emirlerini kalben yerine getirirler. Hayatta onları örnek edinirler. Velayetin gölgesine girerler. Bundan dolayı mü`minleri uyaran Allah Teâlâ, kâfirlerle velayet ve dostluğun hedefinin küfür topluluğunun inancını benimseme ve bu topluma itaat etme olduğuna dikkat çeker. Bakara suresinde bu tablo çarpıcı bir şekilde gözler önüne serilir: 

“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah`ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah`tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır” (Bakara: 120)

Yahudi ve Hıristiyanlar küfrü savunan taraf olarak İslam`ın karşısında saf tutarlar. Mü`minler uyarılmakta, hak dinden el çekmenin ve İslam`dan uzaklaşmanın dışında hiçbir şeyin onları razı etmeyeceği, hedeflerine ulaşmayıncaya kadar da bu savaşı sürdürecekleri bildirilir.

“Çünkü bakın, sizin varlığınızı öğrenirlerse ya sizi taşlayarak öldürürler ya da zor altında sizi kendi dinlerine döndürürler ki, bu durumda, bir daha asla kurtulamazsınız!” (Kehf: 20)

Ayetten anlaşıldığı üzere küfür, hak ve adalet çizgisinin fikri ya da fiziki olarak çöküşüne ve etkisiz hale getirilmesine kadar düşmanlığını sürdürür. Söyleminin insanlık toplumuna baskın hale gelmesi için çabalar. Bunu da toplumsal bir gerçeklik gibi topluma yaymaya ve musallat etmeye çalışır.

Öneminden ve yazılacak şeylerin fazlalığından dolayı İnşallah bir sonraki yazımızda konuya devam edeceğiz.

 

Yazarın Diğer Yazıları