• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Birinci Dünya savaşının sona ermesiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğunu parçalayan Batı, imparatorluktan kopan halkları kavmiyetlerine göre devletçiklere ayırdı. Bu yeni alanlarda nüfuzunu derinleştirmek için önemli menfezler oluşturdu. Bütün çabalarını, düşman olarak algıladığı Müslümanların vahdete ulaşmasının engellenmesi üzerine bina etti. Müslüman halkların içerisinde kavmiyet fikrini yaygınlaştırıp nasyonalizm ve Marksizm`in gelişmesi için uygun zeminler hazırladı. Müslümanları farklı siyasi bloklara ayırıp birbirlerine düşman topluluklar haline getirerek sömürü programlarını kolayca icra imkânını elde etti.

Batı, İslam`ı her zaman tehlike olarak algıladı. Batı medeniyetinin oluşmasından sonra bu parlak günleri sona erdirecek tek gücün İslam olduğu sonucuna varan Batılılar, tehlikeyi bertaraf edici çareler aradılar. 1908 yılında Batının hâkimiyetini tehdit eden unsurlara yönelik İngiltere`de önemli bir konferans gerçekleştirildi. Güneş batmayan imparatorluk olarak nitelendirilen Britanya Dışişleri Bakanının başkanlığında gerçekleştirilen konferansa Avrupalı siyasetçi ve mütefekkirlerden kalabalık bir kitle katıldı. Açılış konuşmasını yapan İngiliz Bakan, Avrupa medeniyetinin yok edilmesinin engellenmesi üzerine yoğunlaşmaları gerektiğini vurguladı. Konuşmacılar, konuyla ilgili farklı öneriler sundular. Ortak paydaları Batı medeniyetine karşı en büyük tehdidin İslam tehlikesi olduğu yönündeydi. Batı medeniyetinin İslam tehlikesinden korunması için yapılması gerekenler bir bir tespit edildi ve icra için harekete geçildi. Alınan kararlara göre bundan böyle Müslümanların vahdetine sebep olan her türlü gelişmenin önüne geçilecekti. Çünkü Avrupa için en büyük tehlikeyi oluşturan Ortadoğu merkezli İslam`la mücadelenin başka yolu yoktu.

Bu projenin gerçekleşmesi amacıyla İngiltere, uluslararası Siyonizm teşkilatıyla işbirliğine gitti. İslam dünyasının kalbinde Yahudi devleti kurmayı kabul etti. Sömürünün devamının İslam`la mücadeleye dayandığına inanan Amerika`da bu projeye destek verdi.

Batılı siyasetçilerin bir kısmı Batıyla Müslüman milletler arasındaki düşmanlığın kaynağını İslam Medeniyetiyle Batı Medeniyetinin ihtilafına dayandırırlar. Egon Restoor, Orta çağlarda başlayan çekişmelerin halen devam ettiğini, İslam`ın iki asırdan fazladır Batının egemenliğine girdiğini, böylece İslam kültürünün Batı kültürüne tabi olduğunu ileri sürer.

İngiltere`de yayınlanan “Tablet” dergisinde 7 Haziran 1967`de Kudüs`ün işgali üzerine bir konuşma yapan Kardinal Boor, Batılıların Müslümanlara karşı besledikleri kinin boyutunu şu ifadelerle ortaya koyuyordu: “Hıristiyanlar, İslam`ı ortadan kaldırmak ve mukaddes toprakları geri almak için Yahudilerle işbirliğini sürdürmelidir”

İslam`ı potansiyel tehlike gören Batı, bunu bertaraf etmek için İslam birliğine sebep olacak bütün gelişmelere savaş açmıştı. Batının İslami imparatorluk olarak gördüğü Osmanlıyı ve halifeliği sona erdirmek için alınan ortak kararla İtalya, Yunanistan ve İngiltere tarafından Osmanlı topraklarının önemli bölümleri işgal edildi. Ancak esas darbeyi Lozan`da vurdular. Türkiye`den giden heyetle Lozan`da anlaşan İngiltere, şu dört maddenin yerine getirilmesini istiyordu;

1–Halifeliğin kaldırılması ve halifenin sürgün edilmesi

2–Yeni Türkiye devletinin, hilafet taraftarının üzerine ciddiyetle gitmesi

3–Türkiye`nin İslam dünyasıyla ilişkilerini tamamıyla sona erdirmesi

4–İslam`dan ilham alınarak yapılan kanunlar yerine Batı ülkelerinin kanunları esas alınarak medeni kanunun oluşturulması.

Anlaşmanın yapıldığı gün İngiltere parlamentosunda bir konuşma yapan Dışişleri Bakanı, Lozan`a muhalif milletvekillerine hitaben şunları söylüyordu: Türkiye`ye, bir daha başını kaldıramayacak şekilde büyük bir darbe vurduk. Onun iki faal gücü olan İslam`ı ve İslam hilafetini kaldırdık” Bunun üzerine mecliste şiddetli bir alkış koptu ve muhalefet sona erdi.

İslam dünyasına yönelik araştırmalar yapan müsteşrikler, en büyük tehlikenin İslam, İslam ümmeti, İslam medeniyeti ve İslam mektebinin vahdeti olduğu sonucuna vardılar. 19. asrın sonunda İslami vahdetin bir daha gerçekleşmemesi programlı ve sistemli çalışmalar başladı.

Avrupa`da gerçekleştirilen teknoloji devrimi ve Fransız ihtilalinden sonra Batı, İslam`a karşı kadim düşmanlığından vazgeçmedi. Teknolojiyle tarihi düşman olarak algıladığı Müslümanlardan intikam alma peşindeydi. O zamanlar İslam coğrafyasının büyük bölümü Osmanlının elinde bulunduğundan bütün oklar oraya yönelmişti.

İslam`ın yok edilmesi gerektiğini ateşli şekilde savunan ünlü müsteşriklerden Gardener, şunları söylüyordu: “Haçlı savaşları sadece Filistin`i kurtarmak için yapılmadı, aksine İslam`ı yeryüzünden silmek için yapıldı”

Cezayir`in bağımsızlığından sonra Fransız müsteşriklerinin büyüklerinden biri Madrid`de “Neden Cezayir`de kalmak istedik?” başlığıyla bir konferans düzenledi. Şunları söylüyordu: “Yarım milyon askeri Cezayir`in havasını, suyunu, zeytinlerini ve kırlarını ele geçirmek için göndermedik. Kendimizi Avrupa`nın kale ve surları olarak görüyorduk. Cezayirli Müslümanlarından ya da diğer Müslümanlardan okyanus boyunca gelecek saldırılara karşı durmak için çabalıyorduk. Kaybettikleri Endülüs`ü bir daha ele geçirmek için saldırma ihtimalleri vardı. Böylece kısa sürede Fransa`nın kalbine gireceklerdi… Cezayir`de bunun için savaştık”

Tunus`ta laikliğin hayata geçmesi ve bu ülkenin İslam dünyasıyla irtibatını kesmesi üzerine açıklama yapan Fransa Dışişleri Bakanı Gabriel Hanotaux, gelişmelerin çok sevindirici olduğunu dile getirip “Bugün hakim olan Fransızlar Tunus`ta dini siyasetten ayırmayı başardılar” dedi.

Batı, İslam`ın bir daha hayat bulmaması, var olanın yaşamın dışına itilmesi ve ne pahasına olursa olsun İslam birliğinin bir daha vücuda gelmemesi için büyük çabalar sarf etti. İslam dünyasındaki karışıklık ve savaşların tümünün kökeninde Batının İslam`ı engelleme çabalarından kaynaklanan müdahaleler yer almaktadır. Bütün bu çabalara rağmen yer yer baş gösteren İslami uyanış hareketleri İslami dinamizmin bağışladığı ruhun Müslümanları her zaman harekete geçirmeye kadir olduğunu, Batının çabalarının bir noktadan sonra etkin olamayacağını ortaya koymaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları