O HALDE MUTLUYUM
BİLMİYORUM
Çocukluk yılları tatlı anılarla doludur. Gençliğe atılan ilk adımlar da öyle. Bazen dost meclislerinde özlemle yâd edilir bu yaşların hatıraları.
Sonradan sonraya hayatın farkına varır insan. Yavaş yavaş gerçekler anlaşılır. Aslında her şey tozpembe değilmiş. Her geçen gün ile birlikte, yeni yeni dertler ile dertlenir insan.
Şair (Cahit Sıtkı Tarancı) demiş ya:
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Yaş ilerledikçe biraz daha iyi anlaşılır, çocukluk veya gençlik yıllarının neden güzel geçtiğini. İlerleyen yıllar içerisinde gerek okuma, gerekse tecrübe ile bilginin artması ve sonrasında gelen mutsuzluk.
İnsan bilgi alma kabiliyeti ile doğar ve ömrü boyunca çeşitli şeyler öğrenir. Ama arif olan şunu anlar: Bilgi arttıkça cehalet de artar.
Nasıl yani?
Çünkü insan bilgilendikçe, kâinatın büyüklüğü, öğrenilecek şeylerin çokluğu karşısında aciz kaldığını ve dolayısıyla aslında ne kadar cahil olduğunu da anlar.
Belki mutluluk da böyledir. İnsan bilmedikçe mutludur. Ama öğrendikçe mutsuzlaşır. Etrafındaki dertleri, sıkıntıları bildikçe bununla orantılı olarak mutsuzluğu artar.
Mutsuzluk ve bilgi arasında böyle bir orantı var işte. Aynı cehalet ile bilgi arasında olduğu gibi. Aslında kendi cehaletlerinin en iyi farkında olanlar âlimler, bilginlerdir. Ben biliyorum iddiasında bulunanlar kör kütük cahillerdir.
Mutsuzluklarını en iyi fark edenler ise aydınlardır. Aydın kendisini zaman ve zeminden sorumlu hisseden, etrafına duyarlı olan insan demektir. Aydının okul okumasına gerek yoktur. Afrika`nın bilmem hangi kabilesinin bir ferdi, kendisini kabilesinin sorunlarından mesul hissediyorsa aydındır.
Böylelerinin, akşamdan sabaha kadar lambaları yanık kalır. İdlib`de Rus bombaları altında inim inim inleyenlerle birlikte inler. Arakan`daki zulmü iliklerine kadar hisseder. Zindanlardaki yusufilerle birlikte o da tutukludur.
Bazen size de oluyor mu bilmem? Falan dağda koyun güden bir çoban olmayı arzu ederdim. Hiçbir iletişim imkânım olmasaydı. Ben ve koyunlarım. Hayat ne güzel olurdu değil mi?
Örneğin; ABD`nin bilmem kaç bin kilometre ötelerden gelip, Müslümanların başına bomba yağdırdığını bilmeyecektim. Rusya`nın ölüm kusan uçaklarının Suriyeli Müslüman ahaliyi kıyımdan geçirdiğini öğrenmeyecektim. Çin`in, Doğu Türkistanlı Müslümanlara hayatı dar ettiğinin farkında olmayacaktım. Sözde hümanist olmaları gerekten Budistlerin, Arakanlı mazlum Müslümanları hunharca katlettiğinin bilincinde olmayacaktım.
Bütün bunlara rağmen Müslümanların da kendi aralarında bölük pörçük olduğunu öğrenmeyecektim. Cihad ediyorum diye, Müslümanların doldurduğu bir camiye, intihar saldırısı gerçekleştiren sözde mücahitleri de bilmeyecektim. İslam ümmetine önderlik etmesi beklenen mukaddes belde mukimlerinin, ABD`nin kuyruğuna takılıp, Müslüman avına çıktıklarının haberini almayacaktım.
Akşam koyunlarımı eve getirecektim. Onların vermiş olduğu sütten yapılmış yoğurt, peynir, yağ ve yanında evin önünde pişirilen ekmek de varsa, gerisi boştur dünyanın.
Yarınki tüm programım belli olacaktı: Koyunlarım.
Bilmemek mutluluktur.