"Bu son 28 Şubat olsun"
Biliyorum gündem Afrin. Bu operasyon ile yatıp kalkıyoruz. AK Parti, hem Kudüs hem de Afrin ile iç politikada üstündeki metal yorgunluğu atmış gibi.
Tabi bu tür süreçler bazı şahsiyetleri kahramanlaştırır. Mesela İstanbul`un Fethi`nde Ulubatlı Hasan, Çanakkale Savunması`nda Seyit Onbaşı, Maraş`ta Sütçü İmam, Antep`te Şahin Bey, 15 Temmuz`da Ömer Halis Demir vb.
Kudüs ve Afrin`de ise daha çok Cumhurbaşkanı Erdoğan ön planda duruyor. Son operasyon ile bir Başkomutan olarak yaptığı sınır hattı ziyaretleri ile hayli revaçta.
Türkiye ordusu ile iftihar duyuyor. Tanklar, toplar, uçaklar, insansız hava araçları, gece görüşlü kameralar, bordo bereliler gibi saldırı; füze, kalkan gibi savunma silahları mevcut. Tabi bütün bunlar maddi silahlar.
Derler ki; Moğol saldırılarına karşı Sultan Alaeddin Keykubat, Konya Surları`nı tahkim etmekte iken, Mevlana`nın Babası Bahaeddin Veled`i çağırıp, yaptırdığı surları ve burçları kendisine gösterir. Birlikte yapılan kale teftişinden sonra Bahaeddin Veled söz alır:
“Sellere ve düşman süvarilerine karşı çok güzel ve sağlam bir kale yaptın. Fakat mazlumların dua oklarına karşı ne yapabilirsin? Çünkü bu oklar yüz binlerce kale burçlarını ve bedenleri delip geçerek dünyayı harap ederler. Bu yüzden öncelikle Allah deyip çabalayarak adalet ve ihsan kalesini de sağlam yapmaya ve hayırlı dualardan seninle birlikte olacak askerler vücuda getirmeye gayret et. Zira bunlar senin için binlerce maddî kaleden daha önemlidir ve esasen halkın da dünyanın da güvenliği bunlara bağlıdır.” (Ahmed Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri (Menâkıbu`l- Ârifîn), Çev: Tahsin Yazıcı)
Efendim, anlayan anladı. Aslında ben bu yazıyı burada bitirsem, mesajım net olarak anlaşılmıştır. Ama yine de birkaç kelam etmek gerekiyor.
Türkiye`de fırtınalı geçen dönemlerde, yargının rüzgâra göre yön belirlediğini herkes biliyor. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat ve hatta 15 Temmuz`da dahi yargının kararları siyasi gelişmelerin etkisinde verildi/verilmektedir.
Çağlar kapanıp yenisi açılırken, bir önceki yargı kararlarının düzeltilmeye çalışıldığı da malumdur. Yoksa bir ara Erdoğan “Muhtar” bile olamazdı. Demirel, Erbakan, Türkeş ve Ecevit`in siyasi yasaklı olduğu zamanları yaşı uygun olanlar hatırlar, olmayanlar da okuyabilirler.
Tabi bazılarına göre 28 Şubat; rakamla 1000, yazıyla bin yıl sürecekti. Bu söylenen doğru olsaydı belki şu satırları yazmazdık veya yazamazdık. Ama 28 Şubat`ın tüm çoraplarının başına örüldüğü rahmetli Erbakan`ın talebelerinden birinin iktidara gelmesi, yaşanan sürecin sonu olarak kabul edildi.
Bu kısmen doğrudur. Malum Şubat soğuktur. Erdoğan`ın gelişi ile ülkenin bir kısmı Mart, Nisan, yani bahar aylarına girdi. Ancak bizim Doğu soğuktur. Karlar, buzlar kolay kolay erimez. Genelde tüm 28 Şubat mağdurlarına, özelde de Doğu`nun İslami cemiyet ve camialarına bir türlü bahar gelmedi.
Balyozcusundan Ergenekoncusuna kadar, bu ülkede hırlı/hırsız-arlı/arsız herkes bir şekilde cezaevlerinden çıktı. Ama Güneydoğu`nun bilmem hangi ilçesinin, bilmem hangi köyünde, Allah`ın dinini tebliğ etmeye çalışan, bu yönde icraat yapan, camilerde ders veren, evlerde siyer işleyen, hanımı-kızı çarşaflı, davetçi kişiliği ile bilinen ve toplumda da; “Kardeşim Allah ve Peygamber lafzı ağzından düş mezdi” denilen kişiler, bir türlü demir parmaklıkların bu tarafına geçemediler.
Sultan Alaeddin diz büktü,
Bahaeddin Veled`i saygı ile dinledi,
Başını eğdi,
Çünkü Mevlana`nın babası haklıydı.