• DOLAR 34.591
  • EURO 36.273
  • ALTIN 2982.34
  • ...
Recep Tayyip Erdoğan`ı ilk defa, kendisi İstanbul İl Başkanı iken bir tartışma programında izlemiştim. O zaman “Kasımpaşalı” dedikleri yönünü görme fırsatım olmuştu.
 
Bir süre sonra, yani 27 Mart 1994`te İstanbul Belediye Başkan adayı oldu. Tabi bu adaylık ileride Türkiye`nin geleceğini değiştirecekti.
 
Adaylık sürecinde bir kesimin “Kartel Medyası” dediği basın grubu, Erdoğan`ın aleyhine yayınlar yapıyordu. Rakiplerinin kazanması ve Erdoğan`ın prestij kaybı üzerine kurulu haber ve yorumlara, Erdoğan`ın tepkisi çok sert oluyordu. Seçim süreci içinde Erdoğan`ın, Gülgün Feyman veya Reha Muhtar gibi haber spikerleri ile tartışmalarına sık sık rastlardık.
 
Bu huy, yani gazeteci azarlama tavrı “Kasımpaşalı” olmaktan öte bir karakter olarak Erdoğan`ın bünyesine yerleşti sanki. Ondan sonra arkasında art niyet gördüğü her soruyu soran gazeteciyi haşladı. Hatta bundan bazı devlet başkanları bile nasibini aldı. “One Minute” olayını hepimiz biliyoruz.
 
Açıkçası ben bu durumu bir kahramanlık olarak değil, bir zaaf veya handikap olarak değerlendiriyorum.
 
Geçen hafta Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Macron`u ziyaret etti. İkili birlikte basının karşısına çıktılar. Sağlı sollu duruşları, arkalarında duran Türk, Fransız ve BM bayrakları, önlerinde konuşma kürsüleri, tercümanları, yani her şeyi ile resmi ve saygın bir ortam.
 
Kendisini “Özel Muhabir” olarak tanıtan Fransız gazetecilerinden biri, Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın da belirttiği üzere FETÖ ağızlı bir soru sordu. Sorunun içeresinde; “AB ve Fransa`nın, Suriye`deki terörle mücadelede Erdoğan`a ne kadar güvenmesi gerektiğini, çünkü Türkiye`nin MİT tırları ile Suriye`ye silah gönderdiğini, bu tırların yakalandığını” belirtti. Sonra aralarında şöyle bir konuşma geçti:
 
Erdoğan: Sorunuzu anlamadım? Suriye'ye kim silah gönderdi?
 
Gazeteci: Kamyonlar, MİT servisinin kamyonları bulunmuş. 2014 Ocak ayında sınırda bulunmuş, içinde silah bulunmuş.
 
Erdoğan: Sen FETÖ ağzıyla konuşuyorsun.
 
Gazeteci: Bir gazeteci gibi konuşuyorum.
 
Eğer Turgut Özal veya Abdulah Gül bu soru ile muhatap olsaydı, ben eminim ki daha değişik bir tavırla konuya yaklaşırlardı.
 
Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan bu soruya şöyle bir cevap verseydi daha iyi olmaz mıydı? “Böyle bir soru sorduğunuz için sizlere çok teşekkür ediyorum. Bu vesileyle Avrupa kamuoyunda yanlış bilinen bir hususu düzeltme fırsatı vermiş oldunuz. Biz bu silahları DEAŞ`a değil, kendilerini terörden korumaya çalışan Bayırbucak Türkmenlerine göndermek istemiştik. Ancak Türkiye`de hükümetimi, özellikle Avrupa nezdinde itibarsızlaştırmaya çalışan bir grubun, komplo kurarak bizleri DEAŞ`a silah gönderiyormuş gibi tanıtması durumu ile karşı karşıya kaldık. Bunlarla ilgili Ülkemde gerekli soruşturma yapıldı. Tahkikatları yaptıktan sonra durumu kamuoyuna deklare ettik. Ancak sesimizi Avrupa kamuoyuna yeterince duyuramadık. Bu sorunuz vesilesiyle oluşan yanlış algıyı düzeltme fırsatını elde ettim. Bunun için tekrar teşekkür ederim.”
 
Bu kadar komplocu olan bu FETÖ`nun, o Fransız gazeteciyi kiralayıp oraya soktuğu kuvvetle muhtemeldir. Çünkü soru şekli tamamen Türkiye ve Cumhurbaşkanını suçlayıcı tarzdaydı. Ama devlet başkanları her türlü soruyu nezaketle karşılamalı ve bu saygı ile muhatabını susturmalıdır.
 
İnternet siteleri erinmemiş, bu güne kadar Erdoğan`ın haşladığı gazeteci listesini çıkarmışlar.
 
Bu liste hiç olmasaymış, kanaatimce daha iyi olurdu.