• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
Başlığa bakıp, yazımın konusunun Babalar Gününün olumlu veya olumsuz eleştirisi üzerine olacağı tahmininde bulunanların yanıldığını belirtmek isterim.
           
Aslında böyle gün belirleme işlerinin kapitalist düzenin ürünü olduklarını, bu şekilde tüketim kültürünü yerleştirdiklerini söylemeyeceğim.
 
Ya da hem anneler hem de babalar günü ayrı ayrı gün ilan etmelerinin, hem anneye hem de babaya ayrı ayrı hediye alma anlamına geldiğinden, yukarıda söylediğimiz tüketim toplumunun oluşturulmasından ve birilerinin bundan kasalarını doldurduğundan da bahsetmeyeceğim. Pekâlâ, iki gün birleştirilip, Ebeveyn Günü adı ile bir tarih belirlenebilirdi.
 
Hani diyorlar ya, biz bu günlerde anne ve babalarımızı anacağız, onlara hediyeler alıp, gönüllerini alacağız, fedakârlıklarını hatırlayacağız diye. Bununla da ilgili bir şey yazmak istemiyorum ama şunu belirteyim: Bir şeyi anmak, hatırlamak için önce unutmak gerekiyor.
 
Yazmak istemem ama bunlar önce unutulan anne ve babaların hatırlanması, darıltılan, huzurevlerinde “Of poflu” bir hayata terkedilip, torunlarını sevmekten mahrum bırakılan dede ve ninelerin gönüllerinin alınması günleridir.
 
O gün güzel hediyeler eşliğinde ağırlanan ebeveynler, bir sonraki anne veya babalar gününde tekrar hatırlanmak üzere, 364 gün unutulmaya terkedilen Batı kültürünün aile ilişkilerini esas alan yaşlı, işe yaramaz, hayatın dışına itilmiş birer piri fanidirler.
 
Kısacası bütün bir ömür boyunca yapılması gerekenlerin bir güne sıkıştırılıp, hızlandırılmış anne ve baba saygısının gösterildiği günler olarak yâd edilmektedir. Aslında ben bunu da yazmak istemiyordum.
 
Aslında babasız veya annesiz büyüyenlerin, bu günlerde ne kadar eziyet çektiklerine, herkesin bir anne babasının olduğu halde, kendilerinin ikisi veya birisinden mahrum olduklarından dolayı bu günlerde bir yanlarının daima eksik kaldığına değinmek istemiyorum.
 
Ehhhh..! Yeter ama şunu yazmak istemiyordun, bunu çizmek istemiyordun. Peki, o zaman sen bu yazıyı neden yazdın?
 
Bilindiği üzere Hz. Peygamber (sav) hem anne ve hem de babadan yoksundu. Bu durumun O`nun Peygamberliği üzerinde olumlu etkileri olmakla birlikte, insani olarak epey sıkıntılara da sebebiyet verdiği aşikârdır.
 
Ancak esas yazmak istediğim husus şudur: Allah`ın bizlere yönelik olan emir ve nehiyleri arasında anne ve baba hakları önemli bir yer tutar. Onlara gösterilmesi gereken ihtimam ile ilgili olarak; kendilerine “Öfff” bile denmemesi gerektiği hususu ilahi ikazlar arasındadır.
 
Tabi Peygamber (sav)`in hadisleri arasında bu konu önemli bir yer işgal eder. “Allah`ın rızasının anne ve babasının rızası ile birlikte olduğu” veya “Bu dünyada en çok kime saygı gösterip, kollamam ve gözetmem gerekir sorusuna karşılık, Allah Resulü (sav) üç kez annen, bir kez de baban” diye cevap vermiştir.
 
İşte esas yazmak ve bu vesileyle sormak istediğim hususu gelmiş bulunuyoruz. Bilindiği üzere Peygamber (sav) söylediği her şeyi pratiğinde bize göstermiştir. Fakat O (sav), babasını hiç görmedi. Annesi ile beraber kaldığı süre 2-3 yıl gibi kısa bir süredir ki, zaten bu yıllarda çocuktur. Oysa kendisi yetişkinlere bu tavsiyelerde bulunmuştur.
 
İyi ama Peygamber (sav)`in kendisi bir yetişkin olarak anne ve babası ile bulunmadı ki, biz ondan anne ve babaya nasıl hürmet gösterildiğini öğrenelim. Çocukluğunda annesini sevmiş olabilir. Zaten her çocuk annesini sever. Önemli olan yetişkin olarak ihtiyarlamış anne veya babasını sevmesi onlara saygıda kusur etmemesidir. Oysaki biz bu konuda Peygamber (sav)`i örnek alacak pratiklere sahip değiliz.
 
Peki, kendisinin tavsiyede bulunup, pratiğinde gösteremediği bu hususta, ebeveynlerine nasıl davranacağını biz nereden bilebiliriz?
 
Gelecek haftaya düşünelim bakalım.