• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Eski Türk devlet idaresinde, liderlerin kut sahibi olduklarına inanılırdı. Kut, idarenin tanrı tarafından bir hakana veya hanedana verildiğine dair inanıştır. Tanrı bu bağışı ile siyasi idareyi bir şahsa vermiştir ve bundan böyle bu kişi idarede tanrı adına hareket etmektedir.

Örneğin Asya Hun Hakanı Mete, tanrıdan kut almış bir liderdir. Devlet idaresindeki icraatları ve günümüze kadar sirayet edilen askeri faaliyetleri ile bilinen Mete, Çin`e yazdığı mektuplarda, kendini tanrı tarafından tahta çıkarılmış bir hakan olarak tanıtmaktadır.

Aynı anlayışın Avrupa Hunlarına da geçtiği görülmektedir. Avrupa kavimlerini yerinden oynatan Atilla, kendisinin bütün dünyayı idare etmek üzere, tanrı tarafından görevlendirilen bir lider olduğuna inanmaktadır.

Göktürklerde de kağanlar tanrıdan bu yetkiyi almış ve devlet idaresini bu yetki ile sürdürmektedirler. Hatta başarı ve başarısızlık tanrının takdirinin bir sonucudur.

İslamiyet`ten önce Türklerdeki bu kut anlayışının bir neticesi olarak, bu yetki hakan veya hanedana bağışlanmış, devleti idare etme bakımından bunlara meşruiyet zeminini vermiştir.

Ancak tam da burada kısa bir açıklama yapmakta fayda var. Başka milletlerde görülen tanrıkral veya tanrının oğlu gibi kavramlar, Türk hakanlarına yansımamış, kut sahibi olmak onları beşer üstü bir konuma taşımamıştır.

Aslında bu anlayışın izleri İslamiyet sonrası Türk devletlerinin tarihinde de görülmektedir. İslamiyet sonrası Türk devletlerinde, yönetimin bir hanedan tarafından sürdürülmesinin nedenlerinden biri de, Allah`ın bu aileye bir vergi olarak idareyi bağışlamasıdır.

Nitekim İslamiyet sonrası hanedan üyeleri öldürüleceklerinde, kanları akıtılmazdı. Ancak boğdurulurlardı. Bunun nedeni tanrıdan alındığına inanılan kutun, bu aileye mensup insanların kanında olduğu anlayışıdır. Osmanlı`da meydana gelen isyanlar, belki padişaha yönelik olabilir ama hanedanın hepsine karşı yapılmamıştır. Belki de padişahın kuta sahip olmayışı isyanda etkili olmuştur. 

Anlattığım hususları tarihi bilgi olarak aktardım. Yoksa ben hanedan kanının içinde taşınan kuta inanmıyorum. Bir köşe yazısı için bunca tarihi bilginin fazla geldiğini de biliyorum.

Ancak devlet idaresi açısından, başkanlık sisteminin tarihsel arka planını ortaya koymak istedim. Kısacası günümüzde söz konusu edilen başkanlık sisteminin tarihsel zemini bulunmaktadır. Yalnız geçmiştekilerin kut dediğine, bizim bugün karizma dememiz gerektiği kanaatindeyim.

Yöneticilikte maharetli diyebileceğimiz karizmatik liderler, devletlerini başarıdan başarıya koşturmuşlardır. Türk tarihinde de başarı kazanan liderlerin hemen hepsinin bu tür karizmatik kişilikler olduğu aşikârdır. Malazgirt savaşını kazanan Alp Arslan`dan tutun, çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet`e kadar, bu kişiler karizmatik şahsiyetlerdir.

Artık söylemek istediğimizi söyleyelim. Bülent Ecevit`in son demlerindeki hükümet ile idare edilen Türkiye, bir Anayasa kitapçığının fırlatılması ile krizlere girerken; Recep Tayyip Erdoğan`ın idare ettiği Türkiye, 15 Temmuz`da bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldığı halde, idare ve ekonomisinde ciddi bir olumsuzluk yaşamadı.

Zamanın Başbakanları Bülent Ecevit ve Recep Tayyip Erdoğan ile yine zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer arasındaki uyumsuzluklar göz önüne alındığında, idarede iki başlılığın önüne geçmek açısından başkanlığın daha pratik olduğu da söylenebilir. 

Başkanlık sistemi karizmatik liderlerle faydalı sonuçlar doğurabilir. Tabi tersi de mümkün.