• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

            Geçen hafta “Solun Dindar Kürt Çıkmazı” başlıklı bir yazı yazmıştım. Köşemizin hacimsel ölçüsü belli olmasından mütevellit, bazen meramımızı tam anlamıyla dile getiremiyoruz.

            Bahsettiğim yazının özeti şuydu. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş aşamasında iken bu ülkenin dindarlarına büyük zulümler yaptı. Kendileri açısından bu dindarlık suçuna bir de Kürt olmak gibi büyük bir cürüm eklendiğinde yapılan zulüm iki katına çıktı.

            Yazıda Cumhuriyetin bazı uygulamalarından bahsederken, Midyat, Nusaybin, İdil üçgeninde etkin olan Hevêrka aşiret konfederasyonunun liderlerinden Haco’nun, kıyamda Şeyh Sait’ten yana tavır takındığını ancak bu niyetini gizlediğini belirtmiştim.

            Türkiye’de konu ile ilgili araştırmaları olan Altan Tan, bana telefonla bu bilginin yanlış olduğunu, Haco’nun tercihini rejimden yana kullandığını, öyle ki Şeyh Sait’in yargılanmasını locadan izlediğini, fakat süreç içerisinde Mustafa Kemal ve İsmet İnönü ile ters düşerek Suriye’ye kaçmak zorunda kaldığını beyan etti.

            Ancak Haco gibi uğruna Devletin, halihazırda Şırnak’a bağlı İdil’in Alakamış Köyünde insanları yakmak suretiyle katliam yaptığı birine rejim yanlısıydı demeyi bölge halkı ona yakıştırmamaktadır. Belki de bu yüzden Haco’yu Şeyh Sait yanlısı diye yıllarca anlattılar ve örneğin bende kesin bir bilgiye dönüştü halkın bu anlatımı.

            Ancak geçen haftaki yazımdaki esas meramım; rejimin bunca baskısını yaşayan dindar Kürt insanının, bir de kendilerinin kurtarıcısı olarak ortaya çıkan solcu kesimden, aynı düzeyde olmasa bile benzer bir baskı ve şiddete uğramasıydı. 

            Dünyadaki solcu hareketler antiemperyalist, özelikle de emperyalizmin başı olarak anti ABD’dirler. 68 kuşağının Deniz Gezmiş’leri de bu şekilde konumlanırlardı. Kuruluş aşamasında PKK de hakeza antiemperyalist idi. Öyle ki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’ne destek vermek ve savaş kabiliyeti kazanmak için israile karşı savaşmak üzere Filistin’e militan gönderirlerdi.

            Oysa Türkiye’deki şimdiki solcular ve bu arada PKK, reel politik bir diye bir tabir öğrendiler. Artık belirli bazı çıkarlar için ABD’den ve hatta ABD’nin lejyoneri olacak kadar emperyalizmden yana tavır koyuyorlar.

            Gariptir ama bu uğurda faşizan bazı tavırlar takınıyorlar. Özellikle Batı’nın düşman olduğu İslamcı bazı yapılara karşı acımasız davranıyorlar. “Faşizan” kelimesi ağırdır diyenlere tavsiyem; “Çağdaş Mekke İdil” isimli kitabımı okumalarıdır.

            Tabii söz konusu olan karşılıklı çıkar ilişkileridir. Türkiye’deki solcu örgütler, dindarlaşma arttığı takdirde taban kaybedecekleri, taraftar bulamayacakları endişesini yaşıyorlar. ABD ise İslamcı yapıları düşman bellemiş durumdadır. Bu nedenle ABD düşmanlarının temizlenmesi ihalesini solcu yapılara veriyor. PKK de ihaleyi alan müteahhitler arasındadır. Böylece son demlerde “Kazan kazan” dedikleri prensibe göre karşılıklı kazanımlar elde ediyorlar.

            Türkiye’de PKK’den önce; KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları), DDKD (Devrimci Demokrat Kültür Derneği), Dengê Kawa, Ala Rizgarî vb. pek çok örgüt mevcuttu. Benim gençlik dönemlerimde bu yapıların besteledikleri marşları terennüm ederdik. Onlardan biri “De lêxin, lêxin, brano lêxin. Dijminê mezin ağa û şexin. Ağa bikujîn brano şêxa lı ardêxin/Vurun kardeşler vurun. En büyük düşman ağa ve şeyhlerdir. Ağaları öldürün, şeyhleri yere çalın”

            Eskiden beri bu solcu yapıların varlık sebebi İslamcı kesime set vurmak, güçlenmelerini engellemek ve hatta şiddet uygulayarak bertaraf etmektir. Bunun için etik kurallara muhalif bir dizi ittifakın içerisine girerler. İttifak tarafları ABD ve israil olsa dahi onlarla anlaşma yapmaktan kaçınmazlar. Hatta anlaşma yapmak için kapı önlerinde beklerler.

Böylece ABD veya israil ve dahi bütün Batı’nın desteğini sağlamaya çalışırlar.