NARİN
İsmi gibi narin, nazenin olan kızımızın cansız bedeni bulunmuş. Kendi kızınız gibi sevebileceğiniz bu masum çocuğa kim, neden kıyar? Çünkü bir cinayetten mütevellit hayattan koparılmış.
Sebebi her ne olursa olsun bu masuma yapılanları insanın havsalası almıyor. Günlerce umutla beklemiştik. Acaba canlı bir şekilde bulunabilir mi diye. Ama geçenlerde taşların altına gizlenmiş cansız bedeni bulununca nutkum durdu.
Beşerî hukuk sistemleri daha çok suçluyu koruyan bir durum arz ediyorlar. İdam cezası olmadığı için işlenen bu tür suçların cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis oluyor. Telaffuzda içimizi soğutacak bir ceza imiş gibi gelen müebbet alanlar, ömür boyu ceza evinde kalmıyorlar.
Ağırlaştırılmış müebbet ceza alanların cezaevlerinde kalma süresi 30 yıldır. Bazı özel durumlara göre bu cezadan da indirimler yapılabiliyor. Böylece bu süreden daha az bir zaman cezaevinde kalınıp dışarıya çıkılabiliyor. Yani bir tarafta hunharca, canice, canavar hisler ile işlenen bir cinayet olacak. Beri tarafta bunu yapan cani, yirmi küsur yıl cezaevinde çorba içecek.
Şimdi Allah’ınızı severseniz açık ve net olarak söyleyin. Bu katili size cezalandırın diye teslim etseler, nasıl bir ceza uygulardınız? İçinizden geçen, fıtrata uygun, yaratılışa uyan ceza şekli nedir bu caniye? Size daha vahim bir soru sorayım ama ilk önce affınıza sığınayım. Katledilen sizin birinci derecede yakın bir akrabanız olsa, katile nasıl bir ceza verirdiniz?
Herkes bu soruyu kendine sorabilir. Vicdan neyi uygun görüyor diye kendince bir fikir yürütebilir. Kanaatimce şöyle dönüp dolaşsak bile sonuçta Kur’an’a döneceğiz: “Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız.” (Bakara: 179)
Bir de insanlarımızın cinayet hususundaki hassasiyetinden istifade ederek siyasi rant peşinde olanlar var. İlk etapta Narin’in, Kur’an Kursundan geldiğinden hareketle suçu bu kesime yıkmak isteyenler oldu. Narin’in halasının ağzından bir şeyler yazıp, katili bu kursta aramak gerekiyor, dediler.
Daha sonra ayarlanmış bir saat gibi hareket eden DEM Partililer, HÜDA PAR’ı veya bu partiyi destekleyen kesimleri hedeflerine koydular. Bunu yaparken geçmişte yaşanan Hizbullah-PKK çatışmasına atıfta bulundular. Madem onlar atıfta bulunuyorlar o zaman biz de bir hatırlatmada bulunalım.
Herkes biliyor ki bu çatışmada saldırgan olan taraf PKK idi. Diğer taraf bir savunma çatışması yürütmek durumunda kalmıştı. Söz konusu çatışmanın en gergin anlarında bile çoluk çocuğa saldırmayan, çatışmanın namusunu korumaya çalışan kesimi hepimiz biliyoruz. O dönemlerde dahi çoluk çocuğa saldırmayan bir kesimi çocuk öldürmekle suçlamak iftiradan başka bir şey değildir. İsterseniz açalım istatistikleri… Kimler çoluk, çocuk, kadın, yaşlı demeden insan öldürüyormuş bir görelim.
Mesele üzüm yemek değil. Mesele bağıcıyı dövmektir. Birkaç gün önce Kandil’de Kürtçe dahi bilmeyen savaş baronlarından biri HÜDA PAR aleyhinde birkaç kelam etti. Kürtçe bilmediğini özellikle beyan ediyorum ki Kürtlerin kadim gelenekleri yönünden cahil olduğunun bilinmesini istiyorum. Bu şahıs özetle; bölgede bir KDP versiyonunun oluşumuna PKK izin vermez diyordu.
İşte bu şekilde içinizdekini söyleyin. HÜDA PAR’ın gelecek tasavvurları ile bizimkiler uyuşmuyor deyin. Şöyle adam gibi biz HÜDA PAR’ın dindar yapısından rahatsız oluyoruz, deyin. Biz bölgede seküler, laik bir gençlik istiyoruz, bu nedenle HÜDA PAR’ın programından endişe ediyoruz, deyin. HÜDA PAR’ın Kürt geçmişine sahip çıkıp, Selahattin Eyyübi ile Şeyh Said’i baş tacı yapmasından korkuyoruz, deyin. Yani adam gibi içinizden geçenleri söyleyin.
Öyle masum bir kızın vahşice işlenen cinayetinin arkasına gizlenip HÜDA PAR’ı suçlamayın.
Olmuyor, tutmuyor.