• DOLAR 34.55
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Şöyle bir baktı tarlaya. Elini gözlerine yaklaştırıp güneş ışınlarını kesmek istedi. Böylece tarlanın diğer ucuna kadar bakmaya çalıştı. Baktığı yer atadan babadan kalma, 80-90 dönümlük arazisi idi. Pamuk ekmişti. Ancak sulanması gerekiyordu. Yoksa mahsul yanacak, çoluk çocuk perişan olacaklardı.

Fakta bir sorun vardı. Kendileri İslami hayat taraftarı kimselerdi ve son zamanlarda bu tercihleri onlar için ateşten bir gömleğe dönüşmüştü. Atsan atılmıyor, giysen yakıyor. İslam’ın avuçlara alınan ateşten bir kor olduğu çeşitli zaman dilimleri oluyordu tarihte. Bu yıl tarla sahibi ailenin de yaşadığı sanki siyerden bir sayfa idi. Yani o ateş korunu elleri ile taşımak durumunda idiler.

İslamî yaşamı engellemek isteyenlerin düşmanlık kriterlerinden biri sosyal boykot ve ekonomik ambargoya başvurmaktı. Mekkeli müşriklerden tutun, günümüzde israil terör devletine kadar bütün İslam düşmanlarının biricik baskı aracıdır boykot ve ambargo. Ambargoda yöntem şekli değişiklik arz etse de özü hep aynı kalmıştır. Örneğin eskiden olmayan elektrik bugün ambargo listesine alınmış durumdadır. Ne diyordu israil Savunma Bakanı Gallant: "Gazze tamamen ablukaya alınacak. Elektrik, yiyecek ve yakıt sağlanmayacak."

Doksanlı yıllar dediğimiz demlerde, Türkiye’nin Suriye’ye yakın bölgelerinde, PKK tarafından dindar kesimlere uygulanan ambargo iliklere kadar hissedilmişti. Nitekim yukarıda tarlasına; “Bütün emeklerimiz heba olacak, gelecek yıl çoluk çocuk aç kalacağız” endişesi ile bakan şahıs ve ailesi ağır bir ambargo altına alınmıştı. Ambargo kalemleri değişiyor dedik ya. Bu aileye tarlaları için su ambargosu uygulanıyordu. Tarlalarına gidemeyen dindar kesim, sulama ve çapalama işlerini yapamıyorlardı haliyle. Böylece mahsul kurumaya bırakılmış oluyordu.

Ama ortada toprağa serpilmiş bir emek vardı. Üstelik kış aylarında ne yapacaklardı. Açlık sefaleti beraberinde getirecekti. Buna bir çare bulmak zorundaydılar. Komşu köyden bir delikanlıyı yardıma çağırdılar. Evin bir başka genci ile birlikte tedbirli bir şekilde sulama işini yapmak üzere bir Temmuz günü yola çıktılar. Mevsim yaz ve tarladaki pamuk acilen sulanmalıydı. Yoksa susuzluktan kavrulacak, hasat edilemeyecekti.

Komşu köyden yardıma gelen 23-24 yaşlarındaki genç ve ev sahibinin kardeşi olan 18-19 yaşlarındaki genç, çok masumene bir iş olan tarlalarını sulamak için yola çıktılar. Evin sahibi de arkalarından gidiyordu. Aralarında takriben bir kilometre vardı. Hedefte iki genç vardı. Pamuk tarlasında pusuya yatanlar, iki gencin ateş hattına girmesini bekliyorlardı.

Pusuya yatanlara iyice yaklaşan iki genç aniden tarandı. Öylece yere yığıldılar. Saldırganlar bir traktöre atlayıp olay mahallinden uzaklaştılar. Arkalarından gelen tarla sahibi traktörü gördü. Hızlı bir şekilde uzaklaşıyordu. Mermi seslerini işitmemişti ama bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etti. Adımlarını sıklaştırdı.

Olay yerine geldiğinde kardeşi ile yardıma gelen misafirin yerde yattıklarını gördü. İlk etapta misafire koştu. Ama o şehadet şerbetini içmişti. Kardeşinin yanına varınca onun henüz ölmediğini anladı. Saldırganları görüp görmediğini sordu. “Gördüm ama tanıyamadım” cevabını aldı.

Araba, ambulans yoktu. İmkanlar bugünkü gibi değildi. Köye dönüp tanıdık dostları ev telefonu ile aramak ve yardım istemekten başka çare yoktu. O da öyle yaptı. Geri döndüğünde kardeşinin de şehid olduğunu gören evin sahibi, çaresiz gelecek olan arkadaşlarını beklemek zorunda kaldı. Gelenler misafiri komşu köyde, evin küçük oğlunu da kendi köyünde defnettiler.

Mevsim yaz, aylardan Temmuz, yıl 1992, mekân Nusaybin’in Kertwên(Duruca) köyü idi. Misafir Tilminar(Tepeüstü) köyünden gelmişti. Yumuşacık toprağa düşenler Abdülkerim Aslan ile Abdurrahman Akbalık idi. Her ikisi de bekârdı.

Düğünleri ahirete kaldı.