Aydan Bir Taç
Ben onu hiç tanımadım. Tatlı simasını görmek bana nasip olmadı. Ama cesaret edip yazmak istedim. Çünkü bir haziran ayının dokuzunda şehid edilmişti. Bu vesileyle şehadetinin senei devriyesinde onu yâd etmek istedim.
Hiç tanımadığım, görmediğim birini yazmak elbette zordu. Hatta buna nasıl cesaret edersin diye sorulara da muhatap olabilirim. Ama simasına bakıldığında, çok şey anlattığını hemencecik anlayıveriyor insan. Bundan dolayı rahatça geçtim klavyenin başına.
Doksanlı diye bilinen yıllarda kimin şehid olacağı önceden biliniyordu. Bu bilgiye değil sezgiye dayalı bir bilinmişlikti. Çünkü şehadet hak edene nasip olan bir şeydi. Onun için takva, edep, davranış, huy ve ahlakça en iyiler, şehadet adayı idi.
Şehadetinden sonra simasına baktığımda, işte bu yüz şehid yüzüdür dedim kendi kendime. O kadar temiz bir sima, kişinin iç dünyasının dışa yansıması olabilirdi ancak. İçinin güzelliği yüzüne sirayet eden zamanın sahabesi bu gence verilebilecek en güzel hediyeyi, katilleri onu şehid etmekle vermişti aslında.
Doksanlı yıllarda kırmızı toprağın bağrına kırmızı kanları ile hediye ettiğimiz zatlara ne kadar da benziyordu. Belki o yıllarda yaşı küçüktü ama belleğinde epey yer edindiği ve o aziz şehitleri örnek edindiği aşikardı.
Zikredilen yıllarda verilen yüzlerce şehitten sonra şehadet açısından bir fetret dönemine girilmiş olması onu endişelendiriyordu. Ubeydullah Durna’nın şehadetinden sonra adete derin bir nefes almıştı. Şehadet kapısının açıldığını anlamış ve kendisinin dahi bu kapıdan girmek istediğini yakın çevresine söylemişti.
Her davetçide toplanan özellikleri üzerinde taşıyordu. Toplumu dert edinmesi, gençlerle ilgilenmesi, ailesini ihmal etme pahasına onların ahireti için gecesini gündüzüne katması, geç saatlere kadar parklarda tebliğ için bulunması, çocuklarını ihmalin mahcubiyeti ile evinin yolunu tutması, tatlı tatlı konuşması, ikna kabiliyeti, ibadeti, takvası, duası, velhasıl yakın çevresinden dinlediğimiz bütün bu özelliklere sahip biri olarak davetin mümtaz şahsiyetlerinden idi.
Mus’ab bin Umeyr’e benzetilirdi. Fakat onun ailesi Mus’ab’ın ailesi kadar zengin değildi. Onun şımaracağı hiç kimsesi yoktu. Hidayet vakti geldiğinde bir camiye yolu düştü. Camideki abileri gençlerle ilgileniyordu. Bir süre sonra kendini hizmetin içinde buldu. Abilerinden hizmet bayrağını bir ama pîr almıştı. Bu arada kendisi evlenmiş ve daracık bir ev kiralamıştı. Ama hala garibandı.
Haziran’da kendisinde garip bir hal belirmişti. Haziran 2015’te yapılan seçimlerde alınan sonuçlar moralini bozmuştu. Bunca temiz bir dava ve Allah’ın dinine hizmet etmeye çalışanların yeterince destek görmemiş olması kendisinde derin bir üzüntüye sebep olmuştu.
Şehadetinden bir gün önce sabah erken bir arkadaşından kendisini mezarlığa götürmesini rica etti. Beraber şehid mezarlarını ziyaret ederken, manevi bir atmosferde kendisinin şehadeti için niyazda bulundu. Arkadaşı, Allah bu içten duaları kabul edebilir endişesi ile elinden tutup onu mezarlıktan uzaklaştırmak istedi. Ama kendisi mescitte iki rekât namaz kılmak için arkadaşından müsaade aldı.
Ertesi gün iki arkadaşı ona moral vermek için buluşmak istediler. O da öğlene doğru geleceğim demişti. Davet edenlerden biri, iş yerinde melemen yapmak için alışverişe gitti. Fırından taze ekmek kuyruğunda iken diğer arkadaşının feryadı ile acı haberi duydu.
Ümmetin gülü koparılmıştı. Allah mezarlıkta yapılan duaları kabul etmiş ve o nazenin beden şehid olarak yere düşmüştü. Akşama yiyecek yemeği bulunmayan bir garibin dünya sürgünü çabuk bitmişti.
Hayatı boyunca kurak toprakları bereketlendiren “Baran” olup yağmıştı genç gönüllere. Etrafını aydınlatan “Aydan bir taç” olmuştu adeta.
Şefaatine muhtacız Aytaç Baran Hoca.