• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...

Başlıktan da anlaşılacağı üzere hitap ulusalcı Kürtleredir. Şunu iyice bellemeleri gerekiyor ki Kürtler, hicri 18’de Müslüman oldular. O zamandan bu yana cahili adet ve geleneklerini terk edip, İslam potası içinde eridiler.

            Eğer böyle bir değişim yaşamasaydık, şu an ateşi kutsayabilir, Şeytan’a “Mêrik” deyip, Melekê Tavus” adına yemin içebilirdik. Allah bizi bu tür şirk dinlerinden muhafaza etmeyi murad etmiş olacak ki atalarımız İslam’ın ilk dönemlerinde, hemen hemen silahsız, savaşsız bir şekilde İslam dinini tercih ettiler.

            Böylece diğer milletlerde olduğu gibi Kürtler için de Kur’an, Allah’ın kelamı ve mukaddes bir kitabı olarak akidemize yerleşti. Kur’an’ın her bir cümlesine iman ettik, hatta bir harfini bile inkârı küfür saydık.

            Bütün Kur’an ile birlikte İsra suresinin birinci ayetine de iman ettik. O ayet ki bizler için iki mübarek belde bildiriyordu: “Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.”

            İşte bu ayetten iki belde ismi ve Allah’ın mübarek kıldığı haremleri öğrendik ve buna iman ettik. Yani Kudüs, Arapların, Filistinlilerin sorunu değildir. Kudüs bir coğrafik bir problem de değildir. Bütün bunların aksine Kudüs imanî, yani akideye taalluk eden bir meseledir.

            Ayrıca Kudüs insani bir meseledir. Bir tarafta yeryüzünün gördüğü en barbar Siyonist grubu vardır. Bunlar gasıp, zalim, katil, kan dökücü, vandallardan müteşekkil bir güruhturlar. Beri tarafta toprakları, evleri, şehirleri, kısacası yaşamları ellerinden alınan mazlum, mahrum, mağdur ve mustaz’af insanlar mevcuttur. Kürtlerin kendileri gibi mazlum, mağdur, mahrum ve mustaz’af bir halkı desteklemesinde ne gibi bir sakınca vardır ki, son günlerde Kürtler neden Filistin’e destek veriyor diye bir soru ortaya atılıyor.

Tarihsel süreç milliyetçiliğin oldukça dayanıklı olduğunu göstermektedir. Bu konuda Smith şunları söylemektedir: “Milliyetçilik bukalemunvaridir, rengini bağlamından alır. Bu sonsuz kere yönlendirilebilir, şekil verilmeye ziyadesiyle müsait inanç, hissiyat ve sembollerden mürekkep dokuyu anlamak yalnızca bir özgül durum içinde mümkündür.”

            Dayanıklılığı göz önüne alındığında İslam dünyasının en esaslı düşmanı menfi milletçiliktir denilebilir. Bu anlamda bu akımın tanınması ve buna göre savunma refleksi geliştirilmesi elzemdir.

Ulusalcı Kürtlerin geldiği nokta, tam da bahsettiğimiz menfi milliyetçiliktir. Bu anlamda Kudüs diye bir dert ile dertlenmek ulusal çıkarların önündeki en önemli engeldir.  Onlara göre; ABD devasa küresel bir güçtür ve israil’in en büyük destekçisidir. Eğer Kürtler bazı haklar elde etmek istiyorlarsa, amaçlarını bu iki güce rağmen gerçekleştiremezler. ABD ve israil’e yaklaşmak, ulusal çıkarlar için mecburi bir tercihtir.

Belirtilen fikriyat çerçevesinde, 1984’ten bu yana geliştirilen ulusalcı uygulamalar, kadim Kürt geleneklerini çok, hem de çok aşındırdı. Bütün bu uygulamalar, ulusalcılık belasının Kürtler arasında da yayılmasına sebep oldu. Süreç içinde Kürtlerin ulusalcıları, İslam’ı bir yük gibi görüp, ancak bu ağırlığı atarak ulusal çıkarlar elde edebilecekleri kanaatine vardılar.

Onlara göre; Kudüs’ten önce kendi dertleri dertlenmek gerekir. Yine onlara göre Selahaddin, Kudüs’ten önce kendi ulusunun çıkarlarını düşünseydi, 5 adet Kürdistan kurabilirdi. Oysa yukarıda da belirtildiği üzere Kudüs akideye ilişkin bir konu olduğundan elbette ki Selahaddin’in tavrı doğru idi. Onun için mübarekliği ayet ile tescilli olan bu beldeyi dertlenmek, Kürdiliğe halel getirmez. Kısacası Ümmet olmak Kürtlüğü ötelemek demek değildir.

Kürtlerin mazlumiyeti gibi mazlum bir belde ve halkını savunmak, aslında büyük bir erdemdir.