• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Abdullah Öcalan’ın arkadaşları ile Ankara Çubuk Barajı’nda 1973 yılında temellerini attığı Partiya Karkerên Kürdistan (PKK)’ın resmi olarak kuruluşu, 28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Fis köyündeki 1. Kongresinde gerçekleşmiştir.

Şiddet eylemlerini vazgeçilmez bir yöntem olarak benimseyen örgüt, 15 Ağustos 1984’te, yani 39 yıl önce Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla ismini duyurdu. Aslında bu eylemden önce de Kürdî örgütlere karşı kanlı eylemler gerçekleştiriyorlardı. Özellikle Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları (KUK) ile şiddetli bir çatışma yaşadılar. Çatışmaların yoğunlaştığı Nusaybin’de bir günde bazen onlarca insan katlediliyordu.

            15 Ağustos 1984’te eylemlere başlama yıldönümünden hareketle, gündem konusu edineceğimiz PKK’nin geçirdiği evreler, çok ilginç bir seyir izlemektedir. Yüzlerce Kürt aydın ve entelektüelinin hayatına mal olan kuruluş aşaması, 50 bin civarında insanın öldürülmesi ile neticelendi. Mücadelenin şu anki gelinen noktası, PKK’nin uluslararası emperyalizmin lejyoneri olmasıdır ve gerçekten de çok ilginçtir.  

            PKK açısından Kürt sorunu çok örgütlü bir yapı ile çözülemezdi. Kürtler, sadece PKK etrafında toplanmalı, diğer örgütler tasfiye edilmeliydi. Bu fikir Türkiye Cumhuriyeti’ne altın tepside sunulan bir ikram gibiydi. Çünkü o zamana kadar belli bir kurumsal kimliğe kavuşan Kürt örgütlerine, “Böl, parçala, yok et” taktiğini uygulaması için uygun zemin bulunmuş oluyordu.

         Bu nedenle PKK’yi MİT kurdurdu fikri hala geçerliliğini koruyan bir tezdir. Bunu Kürt aydınları, Türk sol çevreleri ve Türkiye’deki birçok yazar-çizer takımı kabul etmektedir. Örnek vermek gerekirse; Uğur Mumcu’nun öldürülmeden önce PKK-MİT ilişkisi üzerinde durduğu bilinen bir gerçektir. Bu ilişkinin izlerini yakalayan Mumcu, görüşlerini yayımlama aşamasındayken bombalı bir suikasta kurban gitti. Cinayeti İslami gruplara yıkmaya çalıştılar ama mızrak çuvala sığmadı.

Bu arada şunu belirtmemiz gerekiyor. Bölgenin kadim siyasetçilerinden Şerafettin Elçi ile Dengê Kürdistan’ın yaptığı röportajda Elçi, Uğur Mumcu ile aynı kanaatleri, yani PKK’nin kuruluşunda MİT’in rolü olduğu görüşünü paylaşmaktadır.

          PKK’nin esas amacı; Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da bulunan Kürt coğrafyalarının birleştirilip, Marksizm ideolojisi üzere bağımsız bir Kürdistan kurmaktı. Kuruculardan Mazlum Doğan verdiği ifadede, Marksist-Leninist bir ideoloji ile Kürdistan’ın kurulması fikrini deklare etmektedir

           PKK, Kürtlerin milliyetçi ve sol çevrelerini tasfiye edip, onların içinde yetişmiş elemanların bazılarını devşirmesi neticesinde, Türkiye’nin Kürt coğrafyasında tek başına kalmayı başardı. Ancak orta yerde bir sorun vardı. Kürtlerin dindarları da vardı. Şeyh Sait’ten sonra ilk kez örgütlü bir şekilde Hizbullah etrafında kümelenen dindar kesim, hem MİT’in hem de PKK’nin dikkatini çekiyordu. Bütün örgütleri tasfiye eden PKK’nin bu anlamdaki son hedefi Hizbullah oldu. Muhtemelen bu hedefi yine MİT’in yönlendirmesi ile seçmişti.

           Aslında PKK daha çok Stalinist bir çizgideydi. Yani şiddet, yine şiddet, bir daha şiddet politikasını tercih ediyordu. Marksizmi Kürtlerin ezilmişlikleri sayesinde pratize edeceklerini iddia ediyorlardı. Ancak süreç içerisinde SSCB’nin dağılması, komünist ülkelerin bir bir yıkılıp, yenidünya düzenine entegre olmaları, Müslüman Kürt halkının bu ideolojiye yabancı olması gibi nedenlerle, PKK tabanda ideolojisini terk etmek zorunda kaldı. Tavan solcu olarak kaldı. Altan Tan bu duruma tencere kapak benzetmesi yaparak, kapağın tencereye uymadığı şeklinde tanımladı. Tabi bu ideolojik boşluğun doldurulması gerekiyordu. Bu noktada onların imdadına Kemalizm yetişti. Böylece Mustafa Kemal’i örnek alarak, ulusalcı bir çizgiye evirildiler.

            Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den toprak alıp, bağımsız Kürdistan fikri ile yola çıkan PKK; MİT’in diğer Kürt örgütlerini tasfiye etmesi işinde kendini kullandırttı. Hafız Esad döneminde, Suriye’nin su politikasına karşılık olarak bu ülkenin bir piyonu olmayı kabul etti. Halepçe’nin katili Saddam Hüseyin’in Körfez Savaşı esnasında, Türkiye’ye karşı bir aparatı olmayı içine sindirdi. Laik Türkiye’nin zayıflatılması için İran’dan daima müsamaha gördü.

           Hâlihazırda Suriye’de PYD adı ile ABD gibi küresel emperyalizmin temsilcisi bir devletin tetikçiliğini yapmaktadır. Uluslararası arenada PKK’nin şirin görünmesinin en büyük nedeni; laik, seküler zihniyetinden kaynaklanmaktadır. Bu durum Türk laiklerin de hoşuna gitmektedir. Sonuç olarak geleneksel İslami bir yaşamları olan Kürtlerin, devrimci bir İslami yaşam tarzına geçişlerine engel olunması açısından PKK, gayri İslami tüm devlet ve kurumlara şirin gelmektedir.

Bundan sonraki süreçte de var olup-olmayacakları, Kürtleri İslam’dan uzaklaştırıp, batı tarzı bir hayata geçirebilme yeteneklerine bağlıdır.