• DOLAR 34.388
  • EURO 36.852
  • ALTIN 2968.442
  • ...

Türkiye’de yaşayan halklar olarak, 14 Mayıs’ta yapılacak seçim sonucunda, Cumhur veya Millet ittifakı seçeneklerinden birini tercih edeceğiz. Aslında topluma idareci olmak büyük bir yükümlülük ve sonraki icraatlardan dolayı da vebal gerektiren bir durumdur. Hem seçenler hem de seçilenler, bahsettiğimiz yükümlülük ve vebalin altındadırlar.

            İslam’ın ve dahi insanlığın altın devrinde, Resulullah (sav)’in vefatından sonra Halife unvanıyla göreve başlayan Hz. Ebubekir (ra)’ın yaptığı şu konuşma, iktidarı devam ettirecek veya devralacaklar için dikkat çekicidir: “Ey Müslümanlar, sizin en hayırlınız olmadığım halde başınıza halife seçilmiş bulunuyorum. Şayet size hizmet edebilirsem, bana yardımcı olunuz. Hizmette kusur edersem, beni uyarınız. Şuna da işaret etmek isterim ki sizin kuvvetliniz, zayıfın hakkını güçlüden aldığı ölçüde kuvvetlidir.”

            İdareye ehil olanları getirme hususunda, Resulullah (sav)’ın hassasiyeti tarih kitaplarında kayıtlıdır. Ehil olmayanları iş başına getirmeyi, Peygamberimiz kıyametin alameti saymıştır: Ebû Hüreyre (ra)’ın naklettiğine göre, Resûlullah (sav), bir bedevînin kıyametin ne zaman kopacağını sorması üzerine şöyle buyurdu: “Emanet zayi edildiği vakit kıyameti bekle.” Bunun üzerine bedevî, “Emanetin zayi edilmesi nasıl olur ya Resûlallah?” diye sorunca, Hz. Peygamber, “Yönetim, ehli olmayan kimseye verildiğinde kıyameti bekle.” diye buyurdu. (Buhârî)

            Efendimiz, adalet söz konusu olduğunda kılı kırk yarar ve haklıya hakkını, haksıza cezasını vermede tereddüt göstermezdi. Hz. Âişe’den nakledildiğine göre; Kureyş kabilesinden bir grup, hırsızlık yapan bir kadını affetmesi için aracı olmuşlardı. Bunun üzerine Resûlullah (sav) ayağa kalkarak hutbe okudu: “Sizden önceki insanların helâk olmalarının sebebi, aralarında ileri gelen kimseler hırsızlık yapınca suçun cezasını vermeyip, zayıf kimseler hırsızlık yapınca ceza uygulamalarıdır. Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsa, onun da elini keserdim. (Müslim)

            İslam’ın o altın devrindeki adalet ile ilgili uygulamalarının her birisi, birer numune teşkil ederler. Örneğin; herhangi bir konuda, sade bir vatandaş halifeden şikâyetçi olduğunda bunu yargıya götürürdü. İslami devirlerin hâkimleri bağımsız bir şekilde görevlerini yerine getirirlerdi. Hâkimler kendilerini atayan halifeyi dahi mahkemeye çağırıp, sanık veya müşteki olarak yargılayabiliyorlardı. Devletin başı olan Halife, hâkimin karşısına çıkar muhakeme edilir ve hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilirdi. Halifeler de herkes gibi mahkemede savunmalarını verirlerdi. Hatta hâkimlerin kendilerine hitap ederken bile ayrıcalıklı unvanlar kullanmalarını men ederlerdi. Bu şekildeki hitaplara karşı hâkimi uyarırlardı.  

Örneğin; Ubeyy b. Ka’b isimli bir kişi, Halife Ömer bin Hattab aleyhine dava açtığında, Kâdı Zeyd b. Sâbit idi. Kendisine saygılı bir eda takınan Kadı’ya Halifenin verdiği tepki, yargının bağımsızlığı anlamında en güzel örneklerden biridir. Halife Ömer, davalı sıfatıyla mahkemeye gitmiş, Zeyd, Hz. Ömer’e karşı hürmetkâr bir tutum aldığında: “Taraf tutmanın ilk belirtisi budur” diyerek uyarıda bulunma ihtiyacı hissetmişti. Halife, Ubeyy b. Kâ’b ile yan yana oturmuş, Ubeyy davasını anlatmasına rağmen bir delil ortaya koyamamıştı. Hz. Ömer, aleyhindeki iddiayı kabul etmeyince, Ubeyy, Hz. Ömer’in yemin etmesini istemişti. Zeyd b. Sâbit, Hz. Ömer’in halife olmasından dolayı Ubeyy’den bu talebi geri almasını istemişti. Zeyd’in bu tavrına kızan Hz. Ömer: “Senin huzurunda halkın herhangi bir ferdi ile Ömer eşit olmazsa hiçbir zaman hâkimliğe lâyık olamazsın.” demişti.

Meşhur Kadı Şüreyh’in verdiği kararlar, günümüz hukukçuları için hayli ilgi çekicidir. Örneğin; halifeliği döneminde Hz. Ali’nin mahkemeye başvurarak açtığı bir davada, şahit olarak oğlu Hasan’ı göstermesini kabul etmemiş, başka şahit istemişti. Hz. Ali, Peygamberimizin; “Hasan ve Hüseyin cennetteki gençlerin efendisidir” hadisini hatırlatmış ama Kadı’yı ikna edememişti.

Demem o ki vebal ağır, yükümlülük hayli fazladır.

Çuvaldız ve iğneyi hatırlatmama gerek yok sanırım.