• DOLAR 34.667
  • EURO 36.35
  • ALTIN 2939.34
  • ...

Okuyucularım hatırlayacaklardır. Bir önceki yazımda, “Düşünce” diye bir sınır beldemizden, Susa isimli kızımızın hazin öyküsünü kaleme almıştım. Bu hafta yine “Düşünce”nin oluşturduğu izdüşümlerin peşinden gidip, yaşanmış bir başka öyküyü kaleme almak istiyorum. Her ne kadar öykü desem de siz mutlak olarak yaşanmış ve de olaylar arası geçiş için yapılan bir iki rötuş dışında, yalın ve gerçek bir hikâye diye dinleyin.

Malum 90’lı yıllardan bahsediyoruz. Yer “Düşünce”nin tam da merkezi. Liseli bir gencin, aklı ve ayakları havada başlayan talebeliğinin, son dönemleri idi. Çevresindeki gençler daha çok materyalist görüşte idiler. Kendisi de bu fikirlerden etkilenip, ara ara materyalist tavırlar takınmaktaydı. Avarelik hayatının mekânlarından biri de mezarlıktı. Burada arkadaşları ile bir araya gelir, akşamı ettikten sonra evine giderdi.  

Fakat okulda İslami endişe içinde olan gençler de vardı. Bazen onlardan bir iki kelam dinleme fırsatı buluyordu. Bu gençler, Mekke ortamındaki cahiliyeye karşı duran ilklerin heyecanı ile sözler sarf ediyorlardı. Gençlerin her biri bir sahabeyi andırıyordu. Kimi Bilal gibi patronlarının baskısı altında, kimi de Mus’ab gibi ailesinden işkence görüyordu. Ancak henüz bir Ömer’leri yoktu.

Konu edindiğimiz genç tam da Ömervari özelliklere sahipti. Ancak Erkam’ın evindeki gibi “Düşünce”nin tornasından geçmesi gerekiyordu. Neticede tanışmıştı genç yaşta davanın ağır yükünü taşıyan gençlerle. Bir süre sonra “Düşünce”nin yolunu tutup, tornaya girdi. Abileri, güzel bir lisan ile tane tane anlattılar aziz İslam davasını. Bizim delikanlının kanı zaten deliydi. Bir de İslam’ı fehmetmenin heyecanı ile göğsü bir volkan haline gelmişti. Tabiri caizse patlamaya hazır bir bomba şekline bürünmüşü.

Bilenler bilir böyle dönemleri. Hatalarla dolu zamanlardır hidayetin heyecanlı yılları. Artık sokaklarda bile bir başka yürüyordu. Şöyle ağır abi tarzında. Eski arkadaşlarını görünce, onlara bir şeyler anlatma ve hidayetlerine vesile olma gibi büyük hedefler peşinde koşmaya başlamıştı. Ancak tıkanıp kaldığı veya karşı tarafın hakaretlerine maruz kaldığı zamanlar da oluyordu. Ömer, böyle durumlarda ne yapıyor idiyse, o da aynısını yapmaya çalışırdı. Kontrol edilemeyen bir öfke patlaması ve hakaret edenlerin kafalarında patlayan sopalar ile kısa sürede gündem olmaya başlamıştı. “Düşünce”nin derin feraseti, bu tür kavgalar için henüz erken diyordu. Ama delikanlının durmaya niyeti yoktu. Biraz da mahcup bir eda ile “İslam’a yapılan hakaretleri kabullenemem” diye mazeret bildiriyordu.  

Davadaşları ile birlikte beş kişilik bir sohbet gurubunda yer almıştı. Resulullah’ın hayatından kesitler öğreniyordu her hafta. Aynı zamanda öfke kontrolü seanslarına da tabi tutuluyordu. Ve’l-Asr diye başladıkları sohbetlerden, Aziz Peygamberin hayatını öğreniyor ama “Okulda sakin olması, oruç yiyenlere karşı sabretmesi, ileri geri konuşanlara karşı sözlü müdafaa yapması gerektiği” hususlarında sınıfta kalıyordu.

En sonunda sohbetlerden çıkarılma cezası ile tecziye edildi. Sohbettekilerin sayısı dörde inmişti. Fakat kendisi hangi gün ve saatte sohbet olduğunu biliyordu. Okul çıkışı arkadaşlarına; “Bu gün sohbetiniz var değil mi?” diye soruyor, “Evet” cevabını alınca da “Abi benimle konuşuyor ama sohbete almıyor” diye derin derin nefes alıyordu.

Sohbet saatinde o da arkadaşları ile birlikte yürüyor ama sohbet ettikleri eve girmiyor, sokakta bir kaldırım taşının üstüne oturup, arkadaşlarının çıkışını bekliyordu. Sohbet bittikten sonra bahsettiğimiz o dört kişiden, işlenen konuyu öğrenmeye ve “Abi benden bahsetti mi, beni tekrar sohbete alır mı” diye sormayı da ihmal etmiyordu. Bu durum iki veya üç ay sürdü. Sohbetten uzaklaştırma cezası heyecanını dizginlemesine vesile olmuştu. Artık bütün derdi İslam’a hizmet idi. Aşkla, şevkle bir Ömer misali koşuşturuyordu. Fakat okuduğu lisenin idarecileri, gencimizin daha önce yaptığı kavgalardan ötürü, onu Midyat’taki bir liseye sürgün etme kararı almışlardı. Anlayacağınız okuldan uzaklaştırma cezası almıştı. Hafta içi Midyat’ta kalıyordu. Artık delikanlımız, Şehit Seyyit Hüseyin’in can yoldaşı olmuştu. Hafta sonu ailesinin yanına dönüp, bu arada dava arkadaşlarını da görüyordu. İşte yine böyle bir yolculuk esnasında, içinde bulunduğu minibüs kaza yaptı. 18 yıllık ömrü bu kaza ile neticelenmiş, yanındaki arkadaşı da yaralanmıştı. Cenazesi muhteşemdi. Tabutuna yüzlerce, hatta binlerce el uzanıyordu. Kısacık ömründe, kendisi için rehber edindiği bütün abileri, bu genç tabutu omuzlamışlardı. Cenazeye katılamayanlar ise “Vah Selman’ım” diyerek için için söyleniyorlardı.

Hatırlayalım dedik seni Nesim, tekrar geçmiş olsun.

Ve yine hatırlayalım Ömer’imizi.

Allah, Selman’ımıza rahmet etsin.

Bir de çuvaldızı kendimize batıralım. Üşengeçlikten bir dernek sohbetine katılmayanlara gelsin kelamım.