• DOLAR 34.665
  • EURO 36.319
  • ALTIN 2941.753
  • ...

Başlıktaki hanedan kelimesi ile peygamberlik makamını yakıştıramadığınızı biliyorum. Çünkü hanedan yönetici aile demek ve Peygamberimizin öyle yönetici bir ailesi yoktu. Belki de “Peygamber Evi” ibaresini kullansak, amaca daha çok uygun olur.

            Bilindiği üzere normalde hanedan üyeleri, devlet yöneticilerinin içinden çıktığı, toplumun ayrıcalıklı bir sınıfını teşkil ederler. Bunlar sırtlarını devlete yaslar, ülkenin kaymağını yerler. Önemli mevkilerin hemen hepsini bu aile fertleri işgal eder. Devlet gelirinden pay elde ederler.

            Bi’setten önce Hatice’nin eşi olarak Hz. Peygamber, aslında iyi bir hayat standardına sahipti. Ancak İslam davasından ötürü ilk etapta Ebu Leheb’in iki oğlu Resulullah’ın iki kızının nişanını attılar. Peygamberliği ile ilgili olsa gerek, İlahi hikmet gereği erkek çocukları da yaşamadılar. Bu nedenle cahili toplum ona “Ebter” diyordu. Peygamber’in evi kızlarla dolmuştu.

            Ambargo yıllarında Hatice, bütün mal varlığını Müslümanları doyurmak için harcadı. Böylece aile fakirleşiyordu. Baskılar o hale geldi ki hicretten başka bir çare yoktu. Ancak hicret ailenin parçalanması demekti. Çünkü evin büyük kızı Zeynep, Ebu’l-Ass isimli teyzesinin oğlu ile evliydi ve bu şahıs Müslüman olmamakta diretiyordu. Dolayısıyla Zeynep bir süre için Mekke’de kalmak durumundaydı. Çok sonradan Peygamber’in isteği üzerine, kocası onu baba evine, Medine’ye göndermek istedi. Fakat müşrikler tarafından ürkütülen devenin üstündeki Zeynep yere düştü. Hamile olan Zeynep aldığı bu darbe sonucu düşük yaptı. Babasının yanına vardı ama hasta idi. Sonradan kocası Müslüman oldu ama Zeynep bu hastalığın etkisinden kurtulmadı ve vefat etti.

            Resulullah’ın diğer kızı Rukiyye, eşi Osman bin Affan ile birlikte Habeşistan hicretine katılmıştı. Bu hicrete temasla Resulullah; “Onlar, Lût’tan sonra ailesiyle birlikte Allah’a ilk hicret edenlerdir” buyurdu. Fakat Rukiyye babasının hasretine dayanamıyordu. Medine’ye hicret öncesinde, Habeşistan’da doğan Abdullah isimli bir çocukları ile birlikte, aile Mekke’ye döndü. Onlar da Medine’ye hicret edenler arasındaydı.

Aslında her şey güzel görünüyordu. Medine İslam Devleti kurulmuştu. Osman ve Rukiyye mutlu, Abdullah isimli Peygamber torunu onlar için bir sevinç kaynağıydı. Ancak bir horozun çocuğun yüzünü gagalaması sonucu başlayan hastalık, Abdullah’ın vefatı ile neticelendi.

Bir süre sonra Abdullah’ın annesi, Peygamber kızı Rukiyye de hastalandı. Sahabe Bedir Savaşı hazırlıkları yapıyordu. Hastalığın ilerlemesi neticesinde, çok istemesine rağmen Osman savaşa katılamadı. Peygamber’in talimatı ile hanımına bakmak üzere Medine’de kaldı. Savaş kazanılmıştı. Zafer müjdesi ile Medine’ye dönen Peygamber, vefat eden Rukiyye’nin Bakî mezarlığındaki mezarı ile karşılaşmıştı.

Zaten Resulullah’ın daha Mekke’de iken oğulları Kasım ve Abdullah vefat etmişlerdi. Hicretten sonra İbrahim isimli oğlu da 16 aylık iken vefat etti. Peygamber üzüntüsünü şu şekilde belirtiyordu: "Göz yaş döker, kalp teessür duyar. Biz, Yüce Rabbimizin razı olacağı sözden başkasını söylemeyiz. Vallahi, ey İbrahim! Senin ayrılığın bizi fazlasıyla mahzun etti!

Osman’ın hanımı Rukiyye vefat edince, Resulullah ile akrabalık bağının kesilmesinden dolayı büyük üzüntü içerisindeydi. Bu üzüntüsünü dile getiren Osman’a, Hz. Peygamber Ümmü Külsum isimli kızını verdi. Kaynaklardan Ümmü Külsum’un hicri 9. senede vefat ettiğini öğrenmekteyiz.

Böylece çocuklarından Fatıma kalmıştı. Erkekler bebekken ölmüş, kızlar ise yetişkinliklerinde vefat etmişlerdi. Peygamber vefatı esnasında, Fatıma’nın kulağına; “Ailesinden ilk önce kendisine onun kavuşacağını” söylediğinde, erken ölecek olmasına adeta sevindiğini söyleyebiliriz. Bu haberi bir müjde olarak kabul etmiş ve sevinci gülerek izhar etmişti.  

            Peygamberin çekirdek ailesinin durumu bundan ibaretti. Birinci derece yakın akrabalarını inşallah gelecek hafta anlatalım.