• DOLAR 34.664
  • EURO 36.338
  • ALTIN 2939.689
  • ...

Hiç kimse efelenip; “Ben bundan beriyim. Evrensel düşünen biri olarak kavmiyetler üstü bir yapıya sahibim. Milliyetçi, hele hele menfi milliyetçi olmamın imkânı yok.” şeklinde bir düşünceye kapılmasın.

Çünkü insanlık tarihi kadar eski, şirk kadar güçlü, belki de daha etkin bir ideolojiden bahsediyoruz: Irkçılık/Milliyetçilik/Kavmiyetçilik. Yani insanoğlunun içinde doğup büyüdüğü topluluğun kültürü ile biçimlenmesinden ve uzun süre birlikte yaşamasından mütevellit kazandığı özelliklere göre aldığı bir şekilden bahsediyoruz.

Yukarı da belirttiğimiz gibi ırkçılığın insanlık tarihi ile başladığı kabul edilir. Şeytan’ın kendisinin ateşten, Adem’in ise topraktan yaratıldığını ve dolayısıyla kendisinin üstün olduğunu iddia etmesi ilk ırkçılıktı.

Milliyetçiliğin sistematik olarak gelişimi, 1789 Fransız Devrimi’nden sonraya tekabül etmektedir. Her halükarda kendi milletinin çıkarlarını önceleyen bu anlayışa, Kabil’in kendi hakkına razı olmaması örnek olarak gösterilebilir.  Kabil, günümüz ulus devletlerinin her daim kendi çıkarlarını ön planda tutmasının prototipidir.

1789’un Dünyadaki yankısı ise çağ kapatıp, çağ açmak şeklinde olmuştur. Çünkü bu yıl bir milat olup, yeni çağın sonu yakın çağın başlangıcı olarak kabul görmekte ve günümüzde hala bu çağ devam etmektedir.

Tarihsel süreç milliyetçiliğin oldukça dayanıklı olduğunu göstermektedir. Bu konuda Smith şunları söylemektedir: “Milliyetçilik bukalemunvaridir, rengini bağlamından alır. Bu sonsuz kere yönlendirilebilir, şekil verilmeye ziyadesiyle müsait inanç, hissiyat ve sembollerden mürekkep dokuyu anlamak yalnızca bir özgül durum içinde mümkündür.”

Özünde müspet olsa dahi, milliyetçiliğin yukarıda değinilen dayanıklılık vasfı, bu gün menfi grupları amacına taşıyıcılık rolü üstlenmiştir. Çünkü bukalemunvari yapısı onu her türlü ideolojinin şekline bürünmesi ve sirayet ettiği düşüncenin taşıyıcısı konumuna getirmektedir. Yani solcuları nasyonalist; İslamcıları milliyetçi/kavmiyetçi yapan bu özelliğidir.

Onun için yazının girişinde hiç kimsenin bu hastalığa (menfi) müptela olmamasının garantisinin olmadığını belirttik. Çünkü en evrenselcisinden en küreselcisine ve dahi ümmetçisine kadar herkesin bu illete bulaşma riski vardır. Çoğu kez kişinin bundan haberi olmaz. Bulaşıcı bir virüs gibi insanın kanına bulaşır da hedefine aldığı kişiyi helake götürür.   

Aslında şu sav ileri sürülebilir: Milliyetçilik çok kadim bir zamana dayanmaktadır. Kendiliğinden, yani kendi iç dinamikleri ile yol alıp gelişen milliyetçi akımlar, modern zamanda sistematik bir yapıya kavuşturulmuştur. Çünkü laikleşen dünya dinden uzaklaşmış ve toplumsal yaşamda bir boşluk meydana gelmiştir. İşte dinin boşalttığı bu alanı doldurmak, milliyetçiliği sistematik bir hale getirerek ancak mümkün olabilirdi.

Batıda daha çok Hristiyanlığa karşı geliştirilen bu yöntem, kullanışlı olduğundan İslam dinine karşı kullanılmış ve âdete yeni bir din olarak ortaya çıkmıştır. Günümüzde hala geçer akçe olarak kullanılan milliyetçilik, Fransız Devriminden sonra Batılıların İslam ülkelerini ayrıştırmak, bölmek ve birbirlerine düşürmek amacıyla başvurulan en etkili silahlardan biri olmuştur. Kendilerinin birlikteliklerine veya Avrupa olarak tek potada birleşmelerine vesile olan bu akım, İslam ülkelerinde sonu gelmez savaşların esas müsebbibi konumundadır.

Dayanıklılığı göz önüne alındığında İslam dünyasının en esaslı düşmanı menfi milletçiliktir denilebilir. Bu anlamda bu akımın tanınması ve buna göre savunma refleksi geliştirilmesi elzemdir. Menfi milliyetçilikten Allah’a sığınmak gerekir. Müslümanların başına örülen çorapların en büyük müsebbibi, bahsettiğimiz milliyetçilik türüdür.

Hâlihazırda halkları Müslüman olan devletlerin öncelikleri, kendi çıkarları değil de İslam olsaydı, herhâlde içinde bulunduğumuz hal bir başka olurdu. Ulusunu veya krallıklarını öne alan mevcut sistemlerin arasında güme giden kutsallarımız, ayaklar altında heba olmaktadır. 

Ulusalcı Kürtlerin geldiği nokta, tam da bahsettiğimiz nemelazımcılık milliyetçiliğidir. Bu anlamda Kudüs diye bir dert ile dertlenmek ulusal çıkarların önündeki en önemli engeldir.  Onlara göre; ABD devasa küresel bir güçtür ve israil’in en büyük destekçisidir. Eğer Kürtler bazı haklar elde etmek istiyorlarsa, amaçlarını bu iki güce rağmen gerçekleştiremezler. ABD ve israil’e yaklaşmak, ulusal çıkarlar için mecburi bir tercihtir.

Belirtilen fikriyat çerçevesinde, 1984’ten bu yana geliştirilen ulusalcı uygulamalar, kadim Kürt geleneklerini çok, hem de çok aşındırdı. Örneğin; zalime karşı durma, mazlumun yanında kendisini konumlandırma, gayrimüslimlerle işbirliği içinde olmama gibi meziyetleri bir bir yok oluyor.

Kürtler, diğer Müslüman kavimlere nazaran milliyetçilik ile daha geç tanıştılar. Birinci Dünya Savaşından sonra herkes kendi ulusunun derdi ile dertlenirken, Şeyh Said İslami bir devlet için mücadele veriyordu.

Kürt coğrafyası Arap, Türk ve Farsların ulusal devletleri arasında paylaştırılırken, bunlardan hiçbiri mevcut duruma itiraz edip, kardeşleri olan Kürtlerin hak ve hukuklarını gündeme getirme erdemini göstermediler. Onlar fiili durumdan ulusal çıkarlar devşirme derdindeydiler.

Bütün bu uygulamalar, ulusalcılık belasının Kürtler arasında da yayılmasına sebep oldu. Süreç içinde Kürtlerin ulusalcıları, İslam’ı bir yük gibi görüp, ancak bu ağırlığı atarak ulusal çıkarlar elde edebilecekleri kanaatine vardılar.

Ulusalcı Türk, Arap ve Farsların yanlış uygulamalarının neticesi olan ulusalcı Kürtler, bu nedenle Kudüs davasından, cedleri olan Selahaddin’den, hatta Mekke-Medine’den ve dahi Ramazan ve Kurban bayramları gibi diğer İslami şiarların hepsinden hazzetmezler. Bununla birlikte bir çok ulusalcı Kürt, Kudüs ile dertlenmeyi diğer İslami şiarlardan ayrı tutar. Oysa Kudüs’ün etrafı Kur’an’da mübarek kılınmış ve Mekke-Medine, Kurban, Ramazan veya tesettür gibi İslami bir şiardır.

Onlara göre; Kudüs’ten önce kendi dertleri dertlenmek gerekir. Yine onlara göre Selahaddin, Kudüs’ten önce kendi ulusunun çıkarlarını düşünseydi, 5 adet Kürdistan kurabilirdi. Oysa Kudüs akideye ilişkin bir konu olduğundan elbette ki Selahaddin’in tavrı doğru idi. Onun için mübarekliği ayet ile tescilli olan bu beldeyi dertlenmek, Kürdiliğe halel getirmez. Aynı Hac için Kâbe’ye gitmek gibi.

Esasen Ramazan ayının son Cuma’sı kutlanan Dünya Kudüs Günü etkinlikleri çerçevesinde, başta Diyarbakır olmak üzere Kürt illerinin meydanlarında toplanan ve öncelikleri Kudüs olan toplulukları görünce, İslami davayı sırtlanan ve bu yükü mukaddes görenlerin, hem de Kürt haklarına duyarlı olmaları kimseyi şaşırtmasın. 

Kanaatimce Selahaddin’in duruşu ve Şeyh Said’in davası ile kuşanmışların varlığı İslam için çok çok değerlidir. Devletsiz, kuvvetsiz, imkânsız olanların Kudüs’e sahip çıkmaları; devleti, kuvveti ve imkânı olanlara örneklik teşkil etmesi açısından da önemsenmelidir.

Bunca manipülasyona, genleri ile oynanmasına ve tatmin edilmeyen birçok mili duyguları olmalarına rağmen, Kürtlerin hala Kudüs diye bir dert ile meydanlarda olmaları, ancak ve ancak güçlü bir İslami yapıya sahip olmaları ile açıklanabilir.

israil diye yasadışı bir devlet kurulduğunda, onları ilk tanıyanların ulusalcılar olduğunu herkes biliyor. Hali hazırda şahsi menfaatleri için Filistinlileri buruşuk bir mendil gibi çöpe atan Arap şeyh, prens ve krallarını da herkes tanıyor. Ancak burada esas muharrik gücün ABD ve bilumum Batı Dünyası olduğu da yine herkesin malumudur. İngiliz aklı ile ABD’nin şeytanlığını görmeyip, bütün suçu yerli işbirlikçi kukla rejimlere yüklemek, tarihten habersiz, ayakları havada olmak demektir.  

Selahaddin de kendi zamanındaki menfaatçi, ihanetçi beylerle çok uğraştı. Kudüs davası etrafında birlik sağlayabilmek için çok ter döktü. Bu birliktelik, aynı zamanda ümmet diye bir kavramın ihyası anlamına geldiği için çok yüce bir gayeyeydi.

Bu gün dahi Kudüs’ün etrafında aynı birliktelik, benzer yüce bir ruh ile sağlanabilir.  Ümmet bilinci tüm Müslüman milletlerin faydasına olduğu gibi Kürtlerin de yararınadır.

Kısacası Ümmet olmak Kürtlüğü ötelemek demek değildir. Kürtlerin mazlumiyeti gibi mazlum bir belde ve halkını savunmak büyük bir erdemdir.

Aksi  halde Makyavellist oluruz.