YİNE EKONOMİ
Köşemde ender yazdığım ekonomi konulu yazılarımdan birinde, sermayesini değerlendirmek isteyen yatırımcının, faiz vesilesi ile para üzerinden para kazanma veya yatırıma çevirip iş üzerinden kâr etme seçeneklerinden birine yöneldiğini yazmıştım.
Sermayeyi ellerinde bulunduranlar, ülkede faizin yüksek olmasını tabi ki isterler. Çünkü emek harcamadan para kazanmanın yollarından biridir faiz. Bu anlamda Cumhurbaşkanı’nın faizi indirme kararına, sermayenin bankalara değil de yatırıma kaydırılması girişimi gözüyle bakıldığında, olumlu karşılanması gereken bir uygulama olarak duruyor. Tabi gönül ister ki faiz tamamen kaldırılsın.
Avrupa ülkelerinde de faizler çok düşüktür ve bu nedenle ülkelerinin en ücra köşelerinde bile yatırım amaçlı işletmelere rastlanmaktadır. Ancak yatırım ülkesi olarak değerlendirilmeyen bizim gibi memleketlerde, sermayenin daha çok faiz amaçlı bankalara, faiz indirildiğinde ise bu kez dövize kaydığına şahitlik etmekteyiz.
Peşinen şunu kabul edelim ki hâlihazırda serbest piyasa ekonomisinde yaşıyoruz. Faizin, Milli Piyango vb. tüm kumar çeşitlerinin, içki üretimi veya içilmesi gibi “Nas” ile haram olan hususlar hariç olmak üzere, İslami ekonomik modelin de serbest piyasa olduğunu da eklememiz gerekecek.
Bahsettiğimiz ekonomik modele göre piyasadaki emtianın fiyatını görünmez bir el kontrol eder. Örneğin piyasada aynı kalite ve marka malın biri 100, diğeri 65 birim ise, o zaman alıcının ucuza satılana yöneleceği ve dolayısıyla piyasa fiyatlarının 65 birime doğru evrileceği bir hakikattir.
Türkiye’nin yaşadığı esas soruna yavaş yavaş geliyoruz. Devlet bir malı şu fiyata satacaksın diye emrivaki bir müdahale ile piyasaya etki edemiyor. Çeşitli caydırıcı tedbirlere rağmen fiyatların inmemesinin nedeni budur.
Onun için Devlet B planına geçiyor. Piyasadaki malın fiyatı inmiyorsa, o zaman vatandaşların gelirleri arttırılmalıdır ki o malı satın alabilsin. Bu anlamda asgari ücret arttırıldı veya memur maaşlarına enflasyon oranında zam yapıldı. Böylece daha önce fiyat yüksekliğinden dolayı alınamayan bir ürün, ücretin artmasıyla alınabilir hale getirildi.
Tabi biz buraya kadar yazdıklarımızla Türkiye’de her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söylemiyoruz. Ama şunu ifade edelim ki; gelir fazla olduğu zaman enflasyon o kadar öcü bir şey değildir. Esas korkulan şey, gelirin az ve fiyatların fahiş olduğu zamanlardır. İşte bu tür zamanlarda ülkeler sosyal hareketlenmelerden dahi korkarlar.
Eski Türkiye’de yaşayanlar, Devletin devalüasyona gittiği zamanları bilenler, TL’deki altı sıfırı hatırlayanlar, az sayılabilecek dolar almak için çanta dolusu para taşıyanlar, Arjantin’in yaşadıklarını yaşamayalım diye sosyal denge politikaları üretenler, falan vergiyi çok abartmışız diye bizzat başbakanlardan açıklama dinleyenler, şimdiki durumu herhalde kriz kelimesi ile değil, olsa olsa kötü gidişat diye tanımlarlar.
Kanaatimce Türkiye’yi İslami ekonomi modeli kurtarır. Vahşi kapitalist sistemde üçgen şeklinde olan toplumsal yapıda; üçgenin üstü müreffeh ama altta kalan çoğunluğun mutsuz bir hayata duçar edildiğini görmekteyiz. Zaten bu yapıdır ki komünizmin yeşermesine uygun zemin hazırlamıştır. Oysa İslam’da üçgenin ortası şişiktir, yani insanlar vasat bir yaşam yaşarlar. Zenginlik ve fakirlik vardır ama uçlarda değildir.
Bunu dengeleyen unsurlardan biri zekâttır. Devlet fıkhını gerektiren, yani devlet eliyle yürütülmesi gereken bir süreç olan zekât, bir veya beş yıl içerisinde değil ama uzun vadede toplumda dengeyi sağlayıcı bir sonuç doğuruyor. Zekât sisteminin tam uygulandığı zamanlarda, İslam ülkelerinde toplanan zekât malının, dış ülkelerdeki köleleri azat etmek için kullanıldığını söylemek, herhalde yeterli bir delili teşkil eder.
Zekatın yanında; sadaka, infak, kurban, fıtır gibi fakire aktarılan mali unsurlar ve cami, çeşme, kütüphane vb. yapılan kamuya faydalı imaretler, idareleri rahatlatan uygulamalardır.
Komşusu açken kendisi tok yatanın dışlanmayla karşı karşıya kalması ve Allah katındaki vebali bir araya geldiğinde, sosyal denge kendiliğinden sağlanmış olur.