• DOLAR 34.657
  • EURO 36.461
  • ALTIN 2951.04
  • ...

Türkiye’nin çağ atlaması gerektiği bir dönemde, hala eskiyi yaşayıp, sanki aradan bunca yıl geçmemiş gibi hareket etmesi bekleniyor bazı çevrelerce. Onun için sık sık eskiye olan özlemlerini, ne yazık ki yobazlık yaparak dile getiriyorlar.

Efendim, geçmiş yüzyılda dünyadan birçok lider geldi geçti. Bunlardan bazıları devrim hareketleri başlatıp, ülkelerin gidişatlarını değiştirdiler. Ama hiç birine bizdeki muamele yapılmadı.

Öyle ya sanki sarı saçlı mavi gözlü dev, tek kolu ile Bandırma vapurunu sürüyor, karaya çıktığında ayaklarının altından yıldırımlar çakıyor, elindeki olağanüstü güçler ile bütün ülkeyi düşman potinlerinden kurtarıyor ve onları denize döküyordu.

Yok böyle bir dünya. Sarı saçlı mavi gözlü şahıs birçoğu gibi Osmanlı’nın bir paşası olarak görevliydi. Çağrılmıştı Saray’a Padişah Vahdettin tarafından. Cebine yüklü miktarda para konulmuş ve geniş yetkilerle; “Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin" denilerek kendisi Samsun’a görevli olarak gönderildi.

Giderken yanında maiyeti, mürettebatı vardı. Sırtını dayadığı Devlet-i Âli Osmanî’nin yetkileri vardı. Sonra Anadolu’nun cefakâr halkı vardı. Şahin Bey; “Fransızlar beni çiğnemeden Antep’e giremezler” diyerek cephanesi bitince süngülenme pahasına düşmanın önüne atılmıştı.

Maraş, Urfa ve diğer Anadolu topraklarında düşmana büyük bir kin vardı. Bütün herkes; Ezanın susmaması, Hilafetin devamı, Vatan’ın kurtuluşu için “Bu gün namus günüdür” diyerek ayağa kalkmıştı.

Hiç birinin aklından ezanı Türkçeleştirmek geçmiyordu. Hiç biri tesettürü yasaklamayı düşünmüyordu. Hiçbiri medeni kanunu İsveç’ten alalım demiyordu. Hele hele Fransızlardan laisizmi alalım ve kutsallaştıralım diyerek yola çıkan yoktu.

Tabi Anadolu insanı kurtuluştan sonra yukarıda sıraladıklarımı ve daha fazlasını bir bir yaşadı. Hatta daha ağırını yaşadılar. Ülkeyi kurtaracağız diye savaşta saf tutmuş yurdum insanını, İstiklal Mahkemeleri aracılığı ile darağaçlarında sallandırdılar. Şapka giymedikleri için nice bedel ödettiler.  

Anadolu insanı kırgındı. Bu nasıl bir çelişkiydi? İngilizleri kovalım derken İngiliz gibi yaşamak varmış bu işin sonunda. Gâvur Fransızlardan kurtulalım derken onlar gibi fötr şapka giyip, laik hayata alışmak da varmış.

Dedik ya Anadolu insanı gariptir diye. Kırgın olarak sindi bir süre kabuğuna. Ülkeyi biçen buldozerlerin ardından Menderes bir nefes aldırmak istedi onlara. Ezanı aslına döndürdü. Maalesef iki bakanı ile birlikte bu işin sonunda canından oldular.

Nefes almak ve aldırmak babından sonradan da liderler geldi geçti. Ancak her seferinde eskiye özlem duyan ve başlığa konu olan “Yobazlar” devreye girerek ara dönemler yaşattılar.  Hala da eskiye özlemlerini dile getirmekten çekinmiyorlar.

Neymiş efendim? Bir zamanlar demokrasinin beyaz atlı prensi Fikri Sağlar; “Türbanlı bir hâkimin karşısına çıktığım zaman adaleti yerine getireceği konusunda kuşkum var” diyerek çok geçmişte kalan bir tartışmayı tekrar gündeme getirmiş.

Aslında iyi de oluyor. Çünkü bunca yıllık iktidar olduğunuz halde bu konuda Anayasal bir güvence ortaya koyacak iradeyi ortaya koymazsanız, ilk fırsatta Fikri gibiler ortaya çıkar ve yobazlık yapmaya başlarlar.

Fikri gibi pusuda bekleyen çok kişi var. Can havliyle Erdoğan’ın seçimle değil de bir şekilde gitmesi gerektiğini belirten Can Ataklı bir taraftan, İlker Başbuğ başka bir taraftan, direk veya imalarla eskiye özlemlerini dile getirmeye başladılar.

Bakalım bizleri nasıl bir süreç bekliyor. Ama iktidarın muktedir olmayan bazı tavırlarından cesaret alıyorlar desek, herhalde abartmış olmayız.

Ne dersiniz?