• DOLAR 34.657
  • EURO 36.461
  • ALTIN 2951.04
  • ...

Birinci Dünya savaşından sonra, özellikle İslam coğrafyasında, emperyalistler yeni bir dünya düzeni oluşturdular. Tarihi köklere dayanmayan, ufak aşiretlerden müteşekkil, yeni ve küçük devletçikler kurdular ve kurdurttular.

Fakat bu oluşumlarda yer yer boşluklar bırakarak, ileride kaşıyabilecekleri sorunlar veya kullanabilecekleri jokerler bıraktılar. Ya da oluşturdukları şartları ileride işlerine yarayacak tarzda dizayn ettiler.

Örneğin Şattü’l-Arap meselesi yüzünden Irak, İran’a saldırdı. Ya da Kuveyt denilen benzin istasyonu şeklindeki devleti önce Saddam’a verdiler, sonra geri aldılar. 

Öyle bir coğrafya oluşturdular ki ümmet diyen bizler, ulusal kimliklerimizi ön planda tutmak durumunda bırakıldık. Bu durum ulusalcılık fikrinin temelini oluşturdu. Dolayısıyla Batı için daima kaşıyabileceği bir alan oldu.

Şöyle İslam coğrafyasına bakıp, yakın çevremizden Batı’nın karıştırabileceği alanlara bir göz atacak olursak, kimsecikler ortalığı karıştırmasın diye sus pus oluruz. Türkiye, Suriye, Irak gibi ülkelerde Kürt sorunu, İran’da hem Kürt hem de Azeri sorunu var.

Batı’nın muradı İslam milletlerinin, Ümmeti değil, kendilerini ön planda tutacak tarzda düşünmelerini sağlamaktı. Böylece milliyetçi bir kıvama gelecek halklar, kendi çıkarları uğruna kardeşine silah çekebileceklerdi.

Bu ulusalcı mantalite ümmetin evlatlarını birbirine kırdırttı. Yakın coğrafyamızdan örnek veriyoruz ya; Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da binlerce evladımızı bu zihniyete kurban vermiş durumdayız.

İşin garip tarafı, Kürtleri kurtarmak adına ortaya çıkanların bir süre sonra kendileri Kürtlerin başına bela oldular. Kürtler bu kurtarıcılardan kurtulmak için ayrı bir mücadele vermek durumunda kalıyorlar.

Geçen hafta PKK’nin eylemleri sonucu artık Kürt entelektüellerin sesinin yeterince gür çıkmadığını belirtmiştim. Uygulanan yöntemler o kadar gayri ahlaki bir noktaya geldi ki, insanın kendi haklı davasını savunacak yüzü olmuyor.

Fakat bütün mesele bu kadarla mı sınırlı? Kürtlerin, Batılıların paylaşımları sonucu bölündükleri ve yaklaşık 100 yıldır bu şekilde yaşadıkları doğrudur. Ulusalcılığın, Batı’dan esen bir rüzgâr olduğunu da teslim edelim. Ancak bizim hiç mi suçumuz yok?

Kürt coğrafyası Arap, Türk ve Farsların ulusal devletleri arasında paylaştırılırken, bunlardan hiçbiri mevcut duruma itiraz edip, kardeşleri olan Kürtlerin hak ve hukuklarını gündeme getirme erdemini göstermediler.

Bu tavır hala geçerli durumdadır. Örneğin; Türkiye, son zamanlarda dünyadaki mazlumlardan yana bir tavırla, zalimlere karşı bir politika izleyerek, Osmanlı misyonunu yüklenmeye çalışan bir abi pozisyonundadır. Libya, Mısır, Suriye halklarının yanında olup, Kürt mazlumlarının karşısında olmak bir çelişkidir.

Aynı çelişkiler Kürt topraklarına sahip diğer ülkeler için de geçerlidir. En önemlisi bu ülkeler, İslami bir kavram olan ümmetçiliği bir silah olarak kullanıp, Kürtlerin hak taleplerinin önünü kesmeye yarayacak türden bir vazife gördürürler.

Hali hazırda; bahsettiğimiz bu ülkeler kendi milli veya ulusal söylemlerine sahipler. Söz konusu kendileri olunca İslam ile çeşni milli veya ulusal bir duruşları mevcut. Ama Kürtler söz konusu olunca koro halinde “Ümmetçilik” diyorlar. Sonra bu durum; “Ji xwe re netewin, ji mere ummet.” (Kendileri için millidirler, bizlere ümmet) söylemlerine sebep oluyor.

İşte bu tarz tavırlar Kürtlerle İslami kavramlar arasında bir mesafeye sebebiyet veriyor. Böyle olunca da Kürtler doğal olarak Batı’ya yanaşıyor. Ya da reel siyaset bunu gerektiriyor. Sonra da “Kürtler kendilerini emperyalistlere kullandırtıyor” gibi söylemler gündeme getiriliyor. Ama bu cümleyi kullanıp, ortada hak ihlali yokmuş gibi davranmak hiç de ahlaki değildir.

Batılılar her dönem kendileri için kullanabilecekleri uygun bir joker bulmuşlardır. Ama bu joker kartını kimler Batılılara teslim ediyor?

Evet, soru bu.