• DOLAR 34.656
  • EURO 36.5
  • ALTIN 2955.429
  • ...

Biliyorum ki bu yazı, Corona virüs gündeminin içinde kaybolacak ama Halepçe katliamının 32. yıl dönümü münasebetiyle, başlıktaki soruyu sorma ihtiyacı hissettim. Kıyısından köşesinden konuya vakıf olanların aşağıdaki sonuca ulaşmaları ise kaçınılmazdır.

Ekser kanaate göre Kürdler, İslamlaşmadan önce Zerdüşt dinine mensuptular. Zerdüştlük, sahip olduğu Ahuramazda (İyilik tanrısı) ve Ehrimen (Kötülük tanrısı)’den oluşan düalizmi ile tek tanrıcılığa çok uzak değildi. Söz konusu iki tanrıyı kabul eden bir milletin, Ahuramazda’nın yerine Allah’ı, Ehrimen’in yerine Şeytan’ı koyması çok zor olmayacaktı.

Bu nedenle daha hicretin 18. yılında İslamlaşan Kürtler, kültürlerinin yeni dinle çatışan taraflarını unutup, Müslüman bir topluluk oldular. Böylece Bizans ve İran’ın etki alanından çıkıp, İslam Halifeliğinin tesirine girdiler.

Din değiştiren Kürdler; Şeddadiler adı ile kurdukları beylik sayesinde, bu gün Serhat dediğimiz bölgenin yukarısında; Mervaniler olarak Amid (Diyarbekir) ve Meyyafarikin (Silvan) yöresinde; Eyyübiler olarak da bütün İslam Dünyasında etkin olan emirlikler/devletler kurdular.

Selçukîler ve Osmanlılar zamanında, kendi dilleri ile medreselerinde eğitim gördüler. Bu arada tüm İslam âlemini ve hatta dünyayı etkileyen eserler ortaya koydular. Örneğin; 800 yıl önce robotik mekanizmalar yapan Ebu’l-İzz el-Cezerî (1136-1206)’nin yazmış olduğu sibernetik konulu kitap, tüm dünyada ses getiren eserlerden biridir.

Fakat İslam âlemini hercümerç eden Birinci Dünya Savaşından sonra, Batılıların içimize yerleşmeleri neticesinde, Kürtler en çok ihanet edilen toplum haline geldiler.

İngilizler, İslam coğrafyasını cetvelle adı sanı bilinmedik ailelere pay ederken, tarihin kadim topluluklarından olan Kürdleri unutuverdiler. Unutmakla kalmayıp, ileride kullanılmak üzere Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında pay ettiler. Bu devletlerle herhangi bir konuda anlaşamadıklarında, Kürdleri bir piyon olarak kullanıp, söz konusu devletleri hizaya getirme politikaları güttüler.

Adı geçen bu ülkeler, İngilizlerin mandaterliğinde ama Fransızlardan kötü bir şekilde kopya edilen, emitasyon laik rejimler oluşturdular. Böylece Batı güdümlü hale gelen bu rejimler, Kürdlerin hak taleplerine katliamlarla karşılık verdiler.

Bazen Kürdler; “Bizlere Arap, Türk ve Farslar zulmediyor” yanılgısına düşebiliyorlar. Resme geniş çerçeveden bakanlar, görünürdeki bu durumun arkasındaki ABD, İngiltere, Fransa gibi Batılı devletleri hemencecik görebiliyorlar. Bence bütün Kürdlerin, esas zalimleri tanıması açısından, son saydığımız devletleri görmeleri gerekiyor.

Yıllarca Osmanlı sınırları içinde yaşayan Kürdler, daha Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kıyımdan geçirildiler. Şeyh Said’in İslami kıyamını kanla bastıran Batı tipli yeni rejim, Zilan ve Dersim gibi yerlerde Kürdler’in; “Evladı Kerbelayık! Bîhatayık!
Ayıptır, Zulümdür, Cinayettir” sözlerine kulak asmadılar.

12 Eylül Kürtçe’nin üzerine bir kâbus gibi çöktüğünde, Kürdler Suriye’deki en temel vatandaşlık haklarından mahrumdular. Hakeza İran’da durum bir tık iyi olmakla birlikte, Allah’ın kavimlere tanıdığı hakların kullara verilmesi hususunda, benzer problemler devam ediyordu.

Irak ise işi Enfal operasyonları ile toplu kıyıma kadar ulaştırmıştı. Saddam, Batılılar adına İran ile savaştığından, yine Batılılardan aldığı güç ile Kürdlere karşı kıyımın iki ana yöntemini de kullanıyordu.

Bilindiği üzere, bir milleti yok etmenin iki temel yolu; toplu sürgün ve toplu kıyımdır. Saddam iki yöntemi de kullanmaktan çekinmiyordu. Çünkü Batılılardan aldığı cevazla hareket ediyordu. ABD, İngiltere, Fransa velhasıl bütün Batı’nın destek verdiği Saddam, onlardan aldığı güçle Kürt coğrafyasında, aşiretleri yerlerinden oynatıyor, Arapların bulunduğu yerlere zoraki göçe tabi tutuyordu.

Bununla yetinmeyen Irak’ın BAAS yönetimi, kendi vatandaşları olan Kürdlere karşı, Enfal adı altında bir operasyona girişti. 1986-1989 yılları arasında ortalama 180 bin Kürdün katledildiği bu operasyonların doruk noktası, 16 Mart 1988’de yapılan Halepçe katliamı idi.

Beş veya altı bin civarında Kürdün katledildiği bu kent, aslında; “Domuzdan post, Batı’dan dost olmaz” atasözünün ete kemiğe bürünmüş haliydi. Çünkü 1918’den sonraki tüm Kürt katliamlarının perde gerisinde, şu zamanlarda Kürtlere şirin görünmeye çalışan Avrupa ve ABD olduğu gibi, Halepçe Katliamının da gerçek müsebbipleri bahsi geçen Batılı devletlerdi.

İnsan hakları denildiğinde mangalda kül bırakmayan bu devletler, kendi laboratuvarlarında ürettikleri Saddam denilen canavara yaptırdıkları Halepçe katliamında kullanılan kimyasal silahları da, bizzat kendileri temin etmişlerdi.

Heyhat ki şu an dost diye sarı saçlarının altındaki mavi gözleri ile Kürdlere bakıyorlar.