25 KASIM'IN SUÇLUSU KİM?
Çağdaş yönetimlerin önemli icraatlarından biri, kendilerinin müsebbibi olduğu sorunlara bir gün ihdas ederek, bir günlük çözüm önerileri getirmeleridir.
24 Kasım; “Öğretmenler Günü” olarak ilan edilmiş. Öğretmenlerin sorunlarına kendilerinin icraatları sebep olduğu halde, 24 Kasım’da “Öğretmenler şöyle eli öpülesi kişilerdir, böyle fedakâr insanlardır” diye nutuk atma faslına geçip, bu işte hiç payları yokmuş gibi davranırlar.
25 Kasım ise; “Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü” olarak ilan edilmiş. Kadına karşı şiddetin müsebbibi kim diye bir soru sorsak, hemen akademik açıklamalar peş peşe gelir: “Efendim, kadına yönelik şiddetin tarihi, sosyal, kültürel sebepleri var.”
Eğer belirtildiği üzere; tarihsel, sosyal, kültürel sebepler varsa, o zaman geçmişimizi irdelemekte fayda var.
Beyler..! Geçen ay, 29 Ekim 2019’da Cumhuriyetin 96. yılı kutlandı. Bu ne demektir biliyor musunuz? Tam 96 yıldır Türkiye, peyderpey Batı kanunlarını ithal edip, Batı tarzı idare ediliyor demektir.
Kadına karşı şiddetin “tarihi, sosyal, kültürel” sebepler zincirlemesinde, bu 96 yıllık zaman dilimi; “İslam’ın “SLM” kökünden geldiği, selamın barış ve esenlik anlamında olduğu” veya “Hz. Muhammed’in ‘Âlemlere rahmet’ olarak gönderildiği” gerçeklerini unutturduğunuz bu topluma, ektiğinizi biçme aşaması olmasın sakın.
Herhangi bir Batı ülkesine, turistik amaçlı yapacağınız bir gezi sonucu, cadde veya meydanlarda göreceğiniz heykellerin hemen hepsi, erkeğin kas ve kuvvetini gösteren, güç ile şiddet içeren sözüm ona sanat eserleridir.
Şiddeti ana eksene koyan Batı’dan kanunların ithal edilip, toplumumuza uygulanması; biyologların çeşitli deneyler sonucu tavşanın tilkileştirilmesi için kullandıkları deneklerin, tavşanlıklarını kaybetmesi ama tilkileşmenin de gerçekleşmediği sonucu ile karşı karşıya kalmalarına benzemektedir.
Bu hususta İslam’ı suçlayacaksınız, birilerinin sizlere “Bir dakika beyler” demesi gerekir. Çünkü bu dinin Peygamberinin evinde de kadın vardı. O’nun erkek çocukları yaşamadı. Dört kızı ve eşleri ile yaşadı. Belki bazen eşlerinin uygulamalarından canı sıkıldı ama en fazla evden gidip, mescide sığındı.
O’nun damadı Ali, O’nun kızı Fatıma, yani eşi ile tartıştı ama O da gidip mescidin bir kenarında uyumayı tercih etti. Hatta kayınpederi olan ve “Âlemlere rahmet” olarak gönderilen zat, durumu kızından öğrendikten sonra mescide gelip, toz-toprak içinde yatan damadına; “Haydi kalk ey Ebu Turab” dedi de, kızı ile damadına gülden ağır başka bir şey demedi.
Bu 96 yıllık zaman diliminin vatandaş tanımlamasını Uğur Mumcu’dan dinlersek eğer, o zaman bahsi geçen şiddetin sorumlusunu bulma hususunda bir fikir sahibi olabiliriz. Ne diyordu Mumcu: “Türk Vatandaşı; İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasalarına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulüne göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir."
Görüldüğü üzere İslam dini yasalar nezdinde toplumdan soyutlanmış, sadece ölünün gömülmesinde devreye giren bir din haline getirilmiştir. Bu 96 yıllık süreçte peyderpey İsviçre, İtalya, Almanya, Fransa vb. batılı devletlerin ithal yasaları ile idare edildik.
Vardığımız sonuç; kadına şiddetin uygulandığı ve bu şiddeti engellemeye matuf 25 Kasım diye bir günün ihdas edilmesidir. 96 yıldır ektiğiniz neslin hasadını, bugün kadına veya öğretmene şiddet diye topluyorsanız, o zaman bu işte bir arıza var.
Dinimiz; “Cenneti annelerin ayaklarının altında” gören ve “Bir harf öğretene 40 yıl kölelik yapan” bir anlayışa sahiptir. Bu anlayış ile yetişen, dolayısıyla İslami öğretilerle şekillenen toplumda zulüm, yani şiddet olur mu?
Olur mu dediniz? Biz de olur diyoruz. Çünkü psikopat ruhlu insanlar daima var olagelmişlerdir. Ama istisnaları bir kenara koyup, toplumsal bazda düşünecek olursak; “Bir zahmet siz şöyle bir kenara çekilin. Biz belirttiğimiz ayet ve hadisler ışığında bir nesil yetiştirmek için 96 yıllık bir müsaade alalım. O zaman görelim bakalım, şiddet middet oluyor muymuş?” gibi bir söylem hakkı doğabilir.
Batıdan ithal kanunlarla toplumu idare eden idarecilerin, geçmişlerinin yanında bir de aynaya bakma zamanları gelmiştir herhalde.