• DOLAR 34.662
  • EURO 36.575
  • ALTIN 2955.717
  • ...

Ben Türkçe'yi sonradan öğrendim. Ama şu yazıyı Kürtçe yaz deseler, herhalde yazamam. Ancak duygularımın tamamını sonradan öğrenmiş olduğum bir dil üzerinden ifade edebildiğimi de söyleyemem.

Mesela bu duruma uygun Kürtçe bir deyim var. Fakat Türkçe’de karşılığını bulamadığım için filolojiye başvurmak zorunda kalırım. Yoksa “Hem kiliseden hem de camiden mahrum kalmak” nasıl ifade edilir, bilmem.

Eskiden “Azadi” kelimesi kulaklarıma hoş gelirdi. Herhalde bunu “Bağımsızlık” veya daha moderncesi ile “Özgürlük” olarak çevirebiliriz. Bahsettiğim zamanlardaki özgürlük, bütün zalimlere karşı gelmek ve bizzat seni zulme aracı kılan ne kadar bağ varsa, hepsinden azade olmak anlamına gelirdi.

Özgürlük şarkıları da güzeldi. Ben ifade edemezsem de;
“Kapıları çalan benim
Kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
Göze görünmez ölüler.” derdi Nazım Hikmet Ran. Bir de Zülfü Livaneli güzel beste yapardı, dinlerdim.

Ölenler Hiroşimalıydı önce. Ama dinlerken o sözleri, Zilan’a veya Dersim’e uyarlardık. Çünkü bizler, ifade edemezdik kendimizi. Bu nedenle cümlelerimiz kısa ve matematiksel olurdu.

Sonra her şey kirlendi. Ama her şey. Organik kavramların yerini sanal ifadeler aldı. Özgürlük de bu kirlenmeden payını aldı. Tabi özgürlük şarkıları da.

Mesela ölen Aylan Bebek olunca öyle kocaman besteler yapılmaz oldu. Kıyıda köşede kalan üç beş özgürlükçü şair veya bestekâr dışında kimse görmedi Arakanlı çocukları. Suriyeli Ümran’ın, ambulansı kirletmemek için vücudundan akan kanı usulca silmeye çalışmasını eski özgürlükçülerimiz fark etmiyordu artık.

Buna siyasette denge politikası deniliyormuş. Makyavel bu tür işlerin piri imiş. Tam da burada duygularımın tercümanlığını hangi dilde yapsam diye soruyorum kendime. Kürtçe “Bênamusi”, Türkçe “Namusuzluk” diyebilirim ancak. Başka da kelime yok ki Makyavelizm’i tarif eden.

Kusura bakmayın, dedim ya Kürtçeyi unuttum, Türkçeyi de tam öğrenemedim diye. ‘Kilise ve camiden mahrum kalmak’ ifadesinin karşılığı böyle bir şeydir işte. Onun için duygularımı tam olarak ifade edemiyorum. Yoksa bunca Kürt gencini “Etkisiz hale getirmenin”, hem etken hem de edilgenini nasıl anlatsam, bilmem ki?

Hem ben “yarın” köyden geldim. Eskiden de duygularımı ifade edemezdim. Okulda öğretmen bir soru sorsa, cevabını bal gibi bilmeme rağmen, sonradan öğrendiğim bu dil ile cesaret edip, parmak kaldıramazdım. Kaldırsaydım da sınıfta oturan birkaç polis veya subay çocuğunun gülüşmelerine sebebiyet verirdim.

Onun için böyle sesi kısık, duygularına tercüman olamayan biri oluverdim. Ancak ölen her Mehmed’in veya Haso’nun annelerinin feryatlarını anlayabilecek Türkçe ve Kürtçe bilirim. Ya da Suriyeli, Arakanlı, Filistinli, Doğu Türkistanlı, Çeçenistanlı veya bir başka yerli.

Özgürlük şairlerinin şiirleri kirlendi. Birilerinin bu ağır yükü taşıması gerekiyor. Bilmem ki bu yük Türkçe ve Kürtçe bilmeyen bize mi kaldı? Bakın ne demiş Şair (Necip Fazıl):

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..