• DOLAR 34.66
  • EURO 36.552
  • ALTIN 2941.424
  • ...

“Bu şehr-i Stanbul ki bî-misl ü bahâdır” diye başlamış Nedim, İstanbul’un denginin olmadığından bahisle. Şairin yaşadığı dönem ile kıyaslandığında hala da “Bi misldir” İstanbul.

Gündüz nüfusu ortalama 20 milyonu bulan bir kentten bahsediyoruz. Türkiye’nin ¼’üne tekabül ediyor. İşte bu devasa kent, 26 Eylül 2019 günü 5,8 şiddetindeki bir depremle sallandı. Aslında hepimiz sallandık. Çünkü İstanbul sallanınca Türkiye sallanıyor.  

Bilim insanlarının tespitlerine göre İstanbul’u büyük bir deprem bekliyor. Küçük depremlerin, büyüklerini engellediği yönünde bir anlayış var. Hatta düşük şiddetteki depremlerin olması iyi bir şey diyorlar. Ama bu tür 30 deprem büyük bir depremi engelleyebiliyormuş.

Tabi ne zaman olur bilinmez ama İstanbul’da meydana gelen kayıtlı depremlerin tarihi süreci göz önüne alındığında, şiddetli bir deprem geliyor diyorlar. Kim diyor? Bilim insanları.  Bugün, yarın, bir ay, bir yıl veya yüz yıl sonra mı, bilinmez ama olacağı kuvvetle muhtemel.

İster arzı Allah’ın mülkü olarak kabul edelim, ister materyalizm inancı gereği tabiat veya doğa diyelim, karşı karşıya kaldığımız gerçek bu.

Bilimsel tanımlamaya göre deprem şu şekilde gerçekleşir: “Yer kabuğunun altındaki magma tabakası üzerinde yüzen irili ufaklı levhalar sürekli hareket halinde olup, kıtaların hareketiyle plato sınırlarındaki sürtünmeden doğan kinetik enerji büyük bir güçle boşalır ve yer katmanlarında meydana gelen şok dalgalarıyla deprem olayı gerçekleşir.” (İslam Ansiklopedisi)

Tamam, kimsenin buna bir itirazı yok. Dindarlar yukarıdaki devinimin Allah’ın kontrolünde olduğuna inanır. Yani Allah kendi yarattığı arzında tasarrufta bulunur ve arz O’nun yasalarına göre oluşumunu tamamlar. Materyalistler ise bu oluşumun bir tabiat olayı olduğunu ve kendiliğinden gerçekleştiğini savunur.

Aslında Allah’ın koyduğu yasalar çerçevesinde, tedrici bir şekilde gelişen sürecin tespitine bilim denir. Burada olaya başka bir şey giriyor: İnsan beyni. Yani Allah’ın yarattığı insan beyni, yine Allah’ın yarattığı doğayı anlamlandırdığında buna bilim deniyorsa, o zaman bilimi de Allah yaratmıştır.

Yer sarsıntısı olarak tanımlanan deprem, Kur’an’da “Zelzele” olarak isimlendirilir. Zelzele eski çağlardan beri bir afet diye gözler önüne serilir. Peki, eskiden yüksek katlı binalar yoktu. İlk etapta insanlar mağaralarda yaşardı. Yerleşime geçen insanlar, bulundukları tek katlı toprak yapılarda, oluşan depremden pek etkilenmiyordu.

Günümüz yüksek katlı binalarının afetleştirdiği depremin, eski çağlarda ne tür bir afete sebebiyet verdiği bir soru. Çünkü Peygamberlerden bir kısmının kavimleri, bu şekilde helak olmuşlar.

Tabi fay hatlarında meydana gelen tektonik depremler ile volkanik depremler farklıdır. Volkanik depremler, patlayan yanardağların civarında bulunan yerleşim yerlerinde oluşan bir afettir. Bir de çöküntü depremler vardır ki, bir yerleşim yerine denk gelmesi durumunda, oranın hercümerç olmasına sebebiyet verir. Ancak oluşan depremler eski çağlarda başka tür bir afete de sebebiyet verirdi. Depremin etkisiyle yeryüzüne çıkan petrol ekinleri kullanılmaz hale getirirdi. Bu da bir afetti.

Yeryüzünün katmanlarındaki sürtünmeler halen devam ediyor ve arz kendi işini yapıyor. Biz istesek de istemezsek de gerçek bu. Zaten olması da gerekiyor. Çünkü bu bir tekâmül. Yeryüzü kendi oluşumun tamamlıyor.

Esas depremi afet haline getiren insanoğlunun bizzat kendisidir. Çok katlı binaların kural kaide tanınmadan yapılması, depremin afetleşmesinin en önemli sebebidir. Deprem öncesi, sırası ve sonrasındaki yükümlülüklerimizi yerine getiremediğimiz için can kayıplarımız oluyor.

Ancak inananlar için söylüyorum ki bu arz Allah’ındır. Arzın yüzeyinde yaşayan bizler, arz için Allah’ın koyduğu yasaları tanımadan yaşarsak, arzın dibindeki magmayı boylayabiliriz.