MATEMATİK VE PRATİKTE BÖLME
Oldum olası matematikten hoşlanmamışımdır. Lise yıllarında sözel derslerim çok iyi olmasına rağmen, matematik dersim hep vasat olmuştu.
Ancak şunu da belirtmeliyim ki, bir sayının eş parçalara ayrılması anlamına gelen bölme ile ilgili soru işaretleri vardı kafamda. Biri ikiye böldüğümüzde sonuç yarım mı ediyor? Bazen pratik hayatta bir ikiye bölündüğünde iki ediyor. Örneğin; bir kurşun kalemi ikiye böldüğünüzde, yazı yazan iki kalem elde ediyorsunuz.
AK Parti’nin bölünmesinin arifesinde, yukarıdaki soru tekrar sorulabilir. Bu parti bölündüğünde yarım partiler mi edecek, yoksa iki veya üç parti mi elde edilecek?
Eskiden yaşanan bir olayın olumlu olup olmadığını belirleyebilmek için, menfi basına bakardım. Malum basın konuyu olumlu buluyorsa, demek ki olan vakıa kötüdür diye hükme bağlardım. Bu şekilde bir genelleme yapmak yanıltıcı sonuçlar verse de, çoğunlukla doğru kanılara varırdım.
Şimdi aynı basına bakıyorum da; Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın her adımını takip edip, haberleştiriyorlar. “Hadi artık kurun şu parti veya partileri de AK Parti’yi ikiye veya üçe bölün” demeye getiriyorlar.
Sadece basın değil, muhaliflerin hemen hepsi bu üçlünün atacağı adımları ilgi ve iştiyakla izliyorlar. Ağızlarından çıkan her sözü çılgınca alkışlıyorlar. Yaptıkları her faaliyeti şiddetle destekliyorlar.
Hoş AK Parti içindeki gayrimemnunlar da benim gibi bir kıstasa başvurabilirler. Bu yaptıklarımızdan kim veya kimler kârlı çıkacak diye bir soru ile başlayabilirler işe. Bakacaklardır ki; CHP’sinden HDP’sine, ABD’den israil’e, her ne kadar seküler-laik yapı varsa, hepsinin salyalar akıtarak kendilerini desteklediklerini görecekler.
Tabi bütün bunları söylerken maslahatı göz önünde bulundurmaya çalışıyorum. Ya da AK Parti tamamıyla aktır, kusursuzdur diye bir iddia sahibi değilim. Zaten yeri ve zamanı geldiğinde, AK Parti tarafından yapılan hataları, bu köşeden dile getiriyorum.
Ama “Kol kırılır yen içinde kalır” düsturunca, bazı şeylerin dâhilde kalması veya dıştakilerin menfaatine olacak şekilde alenileştirilmemesi sağduyusunu göstermek icap ediyor.
Belki işe samimiyet boyutundan yaklaşmakta fayda vardır. Onun için şöyle bir soru sorulabilir. Eğer Abdullah Gül, şu an emekli bir başkan pozisyonunda olmasaydı, Davutoğlu bulunduğu makamdan meclis başkanlığına getirilseydi, Babacan maliyeden sorumlu bakan olsaydı, yine de bunca uğraşı içinde olurlar mıydı?
Denilebilir ki “Men dakka dukka”, yani etme bulma dünyasındayız. Dün Refah Parti’sinin başına getirdiklerinin aynısını AK Parti yaşıyor. Bu iddiayı öne sürenler, AK Parti’nin bu ayrılış ile yanlış yaptığını söylüyorlar.
Öyle olsa bile dünkü hatanın aynısını bugün tekrarlamak maslahata uygun mudur? Dünkü ayrılıştan AK Parti hükümet olarak çıkmıştı. Bu günkü ayrılış CHP’nin iktidarına yol açacaksa, bu durumun vebalinin ağırlığını hissetmek gerekiyor. Nitekim İstanbul ve Ankara gibi illerin iktidarı, halihazırda CHP’nin eline geçmiş bulunuyor.
Hem olaya İslami hareket açısından yaklaştığımızda; kurulacak partilerin ANAP gibi daha çok sağ cenah muhafazakârlığı çizgisinde olacağını sezinliyoruz. Refah’tan kopuş esnasında belirli tavizler verildiyse -ki iddia o yönde- o zaman şimdi tamamen İslami tonların kaybolduğu bir oluşuma doğru gidiliyor. Bu da süreçte koyudan açığa doğru bir dönüşüm dönencesi anlamına geliyor.
Öyle ya; üst akıl RP’den AK Parti’ye geçişi teşvik etti, şimdi AK Parti’den sağa doğru kayışa yol vermektedir. Böylece bu tür partilere umut bağlayan camia ve cemiyetlere hayal kırıklığı yaşatmaktadır. Sonuç; var olan potansiyelin süreç içerisinde dönüştürülmesi veya eritilmesidir.
Öyle görünüyor ki bu bölme işlemi iki veya üç ile değil, yarımşar sonuçlar ile bitecek.