• DOLAR 34.65
  • EURO 36.625
  • ALTIN 2939.22
  • ...

İnsan aklının ürettiği yönetim şekillerinin evrimsel üst yapısı olarak bizlere yutturulmaya çalışılan demokrasinin, birçok çıkmazı var. 

Müsaadenizle bir iki tanesinin üzerinde durup, başlıktaki teşekkürün nedenini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Evvela demokrasinin temel felsefesi; fikir hürriyetidir. Bu özgürlükler içerisindeki yapıların, kendilerini serbest bir şekilde ifade etmeleri ve bir seçenek olarak halkın önünde durmaları, yine bu felsefenin gereğidir.

Bu noktada şu soru sorulabilir. Tamamıyla demokratik yöntemler ile örgütlenip, demokrasiyi boğma düşüncesinde olan bir yapı, seçimler vesilesiyle idareyi eline geçirirse, bu durum karşısında demokratlar ne yapar?

Bu güne kadar pratikte gördüğümüz; bu yapıların genellikle % 2-3 veya % 8-9 gibi alt sınırlarda oy aldıklarında, fikir özgürlüğü diye geçiştirilip, bir soruna neden olmadığıdır. Ancak rakamlar iktidar olacak düzeye eriştiğinde, sorunların başladığını, bu anlamda demokrasinin bir çıkmaza girdiğini görmekteyiz.

Aslında pratiklerin o kadar çok ehemmiyeti yok. Demokratik felsefenin esas alınması gerektiğinin bilincindeyim. Pratiklerin başka başka kişilerin elleriyle, başkalaşım geçirdikleri aşikârdır.

Esas olan şudur: Dünyadaki tüm rejimler kendilerini koruma refleksine sahiptirler. Demokrasiye inanmayanların, demokratik yollarla başa gelmelerini engellemek ve bunun için despotik yolları kullanmak sorunsalı, bu düşüncenin ideologları tarafından çözülmelidir. Yoksa bu durum kendileri açısından büyük bir çıkmazdır.

İkinci husus; insanları idare etme yeti ve birikimine sahip olmayan birinin, demokratik yollar ile yönetime geçme sorunudur.

Örneğin; Trump gibi bir çılgının demokratik usullerle, ABD gibi dünyayı idare etmeye çalışan bir ülkenin başına geçmesi, bu ülkede görüldüğü üzere, adı geçeni azl etme çabalarına sebebiyet vermektedir.

Aslında demokrasinin günümüzdeki güçlü temsilcisi sayılan ABD`nin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan`ı, 15 Temmuz`da gayri demokratik yöntemlerle indirmeye çalışmasına hepimiz şahitlik ettik. Hâlihazırda kendi halkının oyu ile iş başına gelen Mursi örneğine şahitlik ettiğimiz gibi. 15 Temmuz`da başarı sağlansaydı, Türkiye`de ABD ile gayet güzel geçinen askeri bir rejime tanıklık edecektik.

Geçmişte iki kutuplu dünyanın SSCB`si ile ABD arasında bir tercihe zorlanan İslam dünyası, genellikle Amerika`dan yana tavır alıyordu. Çünkü SSCB küfrünü izhar ediyor, ABD ise münafıklık yapıyordu. Bizce; kızıl komünistlerden kaçmak, korunmak için ABD`nin insafına sığınmak anlamına geliyordu. İran İslam İnkılabı Rehberi`nin ABD`ye; “Büyük Şeytan” sıfatını yapıştırana kadar, bu durum böyle devam etti.  

Ancak yine de en yakın dostumuza dahi, ABD`nin SSCB`den daha büyük bir düşman olduğunu anlatmada sıkıntılar yaşıyorduk. Hele hele Suudi Arabistan`a “Suudi Amerika” demek büyük bir riskti. Gerçekten de ABD, yukarıda anlatmaya çalıştığımız demokrasinin perdesi altında, niyetlerini gizliyor ve bizleri can evimizden vuruyordu.

Derken, ABD`nin başına Trump denen bir çılgın geçti. Adam çılgın mılgın ama içinden geçenleri olduğu gibi söylüyor. Örneğin; göçmen gönderen bazı ülkeler için; “B.k çukuru” ifadesini kullanıyor. Suudi Arabistan`a; “Biz olmazsak iki hafta ayakta kalamazsınız, onun için daha fazla para gönderin” mealinde sözler sarf ediyor. Muhammed bin Selman`ı vassal bir devletin veliaht prensi gibi karşılıyor ve onlardan aldığı paraları yüzlerine yüzlerine vuruyor. Kaşıkçı meselesinde; “Doğrudur, Suudi rejimi büyük bir suç işlemiş ama bizim önemli bir müttefikimiz” anlamında sözler söyleyerek, Suudileri korumaya çalıştığını göstermekten çekinmiyor.

Halka ABD`nin küfrünü anlatmakta zorlandığımız dönemleri düşünüyorum da, herhalde hiç birimiz ABD`nin gerçek niyetlerini, Trump kadar iyi anlatamazdık.

Sizce de Trump bir teşekkür hak etmiyor mu?