Kerametle gayb veya kalptekiler bilinebilir mi?
Salih bir kimsenin eli üzerinde bir harikuladeliğin yani kerâmetin vuku bulması mümkündür ve haktır. Ancak kerametin hak olması, her velinin bu türden kerametlerinin mevcut olmasını gerektirmez. Zira velayet, bu tür bir harikuladeliğe muhtaç değildir. Nitekim sahabeden birçoğunun bu tür bir kerametleri yoktu.
Keramet hak olmakla birlikte, halkın bu tür olaylara aşırı merak duyması ve kimi çevrelerin şeyhlerinin propagandası için keramet konusunu basamak olarak kullanmaları, kerameti olduğundan farklı sınırlara taşımıştır. Gerek Kur`an'dan ve gerekse Sünnet'ten keramete delil olarak zikredilen nasslar incelendiğinde bu tür harikuladeliğin, ancak salih kişinin bir sıkıntıyla karşı karşıya kalması durumunda söz konusu olabildiği, her zaman böyle bir şeyin vuku bulmadığı görülecektir.
Ayrıca böyle bir kerâmetin vuku bulması, salih kişinin ne iradesi, ne de bilgisi dâhilinde olan bir husustur. Vuku bulduğunda da salih kişinin o sıkıntısını hafifletmek veya yok etmek; o sıkıntıyı atlatmak için bir çıkış yolu şeklindedir.
Kerametin çekildiği en tehlikeli alanlardan biri de hiç kuşkusuz salih kişinin gaybı bildiği, kalbleri okuduğu şeklindeki yanlış kanaattir.
Gaybı bilmekle ilgili iddianın asıl adı "keşf" olmakla birlikte bunun mümkün olduğu savunulurken hareket noktası kerâmet olarak gösterilmektedir.
Her insanın vukuundan önce hissettiği birtakım olaylar olmuştur. Ancak olay vuku bulmazdan önce kişideki o his, bilgi derecesine ulaşır mı? Ya da salih kişilerde bu his, bilgi derecesinde kesinlik kazanır mı? Bu soruya İslam dini açısından cevap arıyorsak elbette müracaat edeceğimiz kaynak, Allah'ın Kitabıdır:
"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. Onları O'ndan başkası bilemez" (En'am, 59)
"De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilemez" (Neml, 63)
Bu ayetler, Allah'tan başka kimsenin gaybı bilemeyeceğini açık açık ifade etmektedir. O halde mesele, Allah'ın gaybı insanlara bildirip bildirmeyeceğinde düğümlenmektedir. Allah (c.c), gayb bilgisiyle alakalı şöyle buyurmaktadır: "O, (Allah bütün) gaybı bilendir, gaybına kimseyi muttali kılmaz. Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır." (Cin, 26-27)
Âyeti kerime, bu konuda peygamberleri istisna etmekte ve onların bilmesini de Allah'ın irade ve dilemesine bağlamaktadır. Allah, gayb konusunda peygamberlerine neyi bildirirse, sadece onu bilirler, onun dışında kalanı onlar da bilemezler. Nitekim Kur`an'ı Kerim'de peygamberimizin dili üzere şöyle buyurulmaktadır.
"De ki: 'Ben size, Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem; size ben meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. De ki: Körle gören bir olur mu? Düşünmüyor musunuz?" (Enam, 50)
Netice itibariyle kerametin sınırlarını gaybı bilmek ya da kalb okumak gibi sınırlara kadar genişletmek, nasslarla bağdaşmayan bir durumdur.
Yukarıda verilen ölçüler çerçevesinde diyebiliriz ki, herhangi bir kimsenin harikulade olaylar göstermesi nedeniyle, onun veli olduğuna hüküm veremeyiz. Gösterdiği olağanüstü halin de kerâmet olduğunu kabul edemeyiz. Önce bu kimsenin İslâm'a bağlılık derecesine ve Allah'ın şerîatına bağlılık noktasına bakarız. Hakkında hükmümüzü öyle veririz. Nitekim herhangi meşru bir sebebe dayanmaksızın keramet izharına kalkışan kimsenin bu haline iyi gözle bakılmamış kötü görülmüştür. Hâlbuki en büyük kerâmet, Allah'ın şerîatı üzerinde istikamette olmaktır.
Aslında Allah'ın veli kulları, salih bir kimsenin elinde meydana gelen keramete veya kerametlere itibar etmez ve keramet gösterenin üstünlüğüne bir delil de kabul etmezler. Keramet göstermeyen öyle kimseler var ki, keramet gösterenlerden çok faziletlidirler. Zira keramet, bazen sahibinin yakinini takviye için ortaya çıkmış olabilir. O kimsenin doğruluğuna ve faziletine bir kanıt olabilir. Ancak bu keramet o kimsenin efdal yani en üstünlüğüne bir kanıt değildir. Zira efdaliyet yakini anlamda Allah'a tam bir iman ve taatla mümkündür.