• DOLAR 34.447
  • EURO 36.303
  • ALTIN 2837.002
  • ...

İnsanoğlu, tabiatı itibariyle her türlü zihinsel ve duygusal yapıya sahip olarak, gelişmeye hazır bir vaziyette dünyaya gelir. Bu gelişim sürecini devam ettirebilmesi için toplum içerisinde yaşamak ve diğer insanlardan faydalanmak zorundadır. Çünkü insan sosyal ve politik bir varlıktır.

Bu yönüyle değerlendirildiğinde insan; inancını, bakış açısını, her türlü değer yargısını, kimlik ve kişiliğini içinde yaşadığı toplumdan aldığı görülür. Ancak belirli bir noktaya gelindiğinde toplum, insanın benliğini, iradesini, idrakini kuşatır, âdeta esir alır, hapseder. İnsanın, içinde yaşadığı toplumun koyduğu normları aşabilmesi problem haline gelir.

Sosyolojik bir vakıadır ki, toplumlar; kendi normlarını bireylere benimsetmek, onların düşünce, inanç ve davranışlarını yönlendirmek isterler. Bu da toplumun sahip olduğu değerleri insana dayatarak onu esir alması ve kendini putlaştırması demektir.

Toplum, yüzlerce ve belki binlerce yıllık birikimini, tecrübelerini, örf ve âdetlerini, inançlarını, değer yargılarını bireylere aktardıktan sonra, bu sosyal değer ve normların eleştirilmesine tahammül edemez, kendine mensup bireylerden mutlak itaat bekler. Bu normlar karşısında şüpheye düşülmesini bile istemez.

Şu halde sosyal çevre, insanın her yönüyle gelişimine uygun bir ortam olmakla birlikte, belli bir aşamadan sonra yetersiz kalmakta, hatta fertlere alternatif tanımadığı zaman da zararlı olabilmektedir. Hür düşünme ve araştırma imkânlarını ortadan kaldıran toplumsal çevre baskısı, hiçbir zaman hoş karşılanmamaktadır.

Kur`an kültürüne dayalı bir perspektiften baktığımız zaman, yapılarına göre iki tür toplumun varlığından söz edebiliriz. Biri normları İlahi öğretiye dayalı toplumlar (İslami toplum/ümmet), diğeri normları cahili öğretiye dayalı toplumlar. Cahiliye toplumlarında insanı doğruluktan, iyilikten, güzellikten uzaklaştırıcı bir baskı vardır. Böylesi toplumlarda toplumun yanlışlığına rağmen doğruyu görmek, toplumun kötülüğüne ve çirkinliğine rağmen iyiyi ve güzeli tercih etmek, söz konusu topluma ve toplumsal değerlere karşı çıkmayı, baskılara göğüs germeyi gerektirir.

Ancak kişiliğini içinde bulunduğu toplumla özdeşleştirmiş kimseler için böyle bir durum geçerli değildir. Bunlar için, içinde yaşadıkları toplumu reddetmek kendi kişiliğini reddetmek gibi bir şeydir. Bu tip insanlar İlahi bir mesajla, hak sözle karşılaştıklarında kendilerine göre bir değerlendirme yapma yeteneklerini işlevsiz hale getirmişlerdir. Böyle bir durumda zihinlerinin ilk çağrıştırdığı şey, içinde yaşadıkları toplumun yaklaşımlarıdır. Doğru da olsa yanlış da olsa toplumun reddettiği her şey, toplumun bireylerince kabul edilemezdir; bu toplumun yazılı olmayan yasasıdır.

Hak bir sözle, İlahi bir mesajla cahiliye toplumunun karşısına çıkanlar şu tür sorulara muhatap olurlar: "Bu kadar insan bilmiyor da sen mi biliyorsun? Bunca insan yanlış yolda da sen mi doğru yoldasın? Yani bu kadar insan aldatıldığının farkında değil de bunu bir sen mi fark ettin? Daha senin yaşın kaç? Biz bu yaşa kadar atalarımızdan buna benzer bir şey duymadık, böyle bir şey görmedik..."

Evet, bu kimselerin anlayışına göre iyi ve doğru, çoğunluğun kabul ettikleridir. Peki, nedir çoğunluğun özellikleri? Kur'an-ı Kerim, çoğunluğun "yoldan çıkmış, vahiy bilgisine karşı ilgisiz, Allah'ın verdiği sayısız nimetlere nankörlük eden kimseler olduğunu belirtir.

"Muhakkak ki Biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali, çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu küfürden/inkârcılıktan başkasını kabullenmediler." (İsra: 89)

"Sen iman etmelerine düşkün olsan bile yine de insanların çoğu iman etmezler." (Yusuf: 103)

"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan; seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye uymaz, yalandan başka söz de söylemezler." (Enam: 116)

Bireyin kimlik ve kişiliğinin oluşmasında sosyal çevrenin rolü büyüktür. Sosyal çevre, doğrudan doğruya olmasa bile, dolaylı olarak etkide bulunur. İslami açıdan bozuk bir çevre, öncelikle ruhu bozar. Ve bozulan ruhi ortamda kutsal duyguların, yüce düşüncelerin gelişimi zayıflar, adi düşünceler güçlenir, bayağı duygular revaç bulur. Böyle bir ortamda kişinin inkâra  düşmesi kolaylaşır. Hatta olumsuz sosyal çevre, bireyin inkârcılığının bir motifi olur.