İzzet, Allah`ın el Muizz ismi celilinin tecellisidir
"El-Muizz": Allah'ın, kullarını üstün kılıp onurlandırdığını, onlara izzet ve şeref bahşettiğini ifade eden güzel isimlerindendir. İnsanları hidayetle onurlandırdığı için "El Muizz" adı ancak O'na mahsustur.
İzzet, ancak Allah'tandır, kimde ne izzet varsa O'nun ihsanıdır. Zillet de ancak Allah'tan, kimde ne zillet varsa O'nun vergisidir. İzzet tacı da zillet gömleği de O'nun hazinesindedir. Bunları kullarına sıra sıra giydirir... Önceki günün azizleri, dün zelil oldular. Bugünkü azizler de zilleti tatmak için yarını bekliyorlar... Etrafımız, bu iki ayrı tecellinin misalleriyle kaynaşmaktadır.
Bir meyve ağacı yazın yaprak, çiçek açar, meyvelerle bezenir; seyrine doyum olmaz. Kış gelince her şeyinden soyunur, kuru bir iskelet kalır. Başına karlar yağar, gölgesinde kimsecikler oturmaz. Şu var ki, o ne ihtişamıyla mağrur olur, ne de perişanlığıyla mahzun. Bu haliyle bize şu dersi verir:
"Ben Allah'ın askeriyim. Beni yokluktan varlık âlemine O çıkardı. Dilerse dallarımda izzet çiçeklerini açtırır; isterse üzerime zillet karları yağdırır. Benim iç dünyam her iki halde de değişmez. Ben daima O'nun adını tesbih eder dururum. Olsa olsa mevsimlerin değişmesiyle tesbihim de değişir."
İnsanoğlunda da çeşitli çiçekler açar; İlim, sanat, medeniyet ve tarih ayrı ayrı birer çiçek gibi bizde hayat bulur.
Ne var ki, insanoğlu bu güzelliklerle mağrur olur, takdirden hoşlanır, tenkidden üzülür. Ama gün gelir devranı döner, gücü kuvveti azalır, sıhhati bozulur. Hayatından bu çiçekler soldukça, bu yapraklar döküldükçe üzülür, mahzun olur ve derken iyice ihtiyarlar. Nihayet öyle bir hal alır ki, seyredenler, "ne halden ne hale düştü" diye mırıldanırlar.
Gafil insanlar böyle şeyleri duyduğu zaman çok rahatsız olurlar. Hep takdire alışan nefs, bu hâle pek tahammül edemez. Ancak mümin insanlar, izzetin de zilletin de Allah'tan bildiği için üzülmezler. Başkalarının övmesi ile yermesi onlar için birdir. Ama gafiller bunu kolay kolay başaramazlar. Çünkü kulak vermekte oldukları nefs ve şeytanı buna fırsat vermek istemiyor.
Evet, bu izzet ve zillet safhalarından geçen Güneş de doğarken azizdir, batarken zelil... Bahar gelirken azizdir, giderken zelil... İnsan yürürken azizdir, uyurken zelil... Bir meyvenin gündüz ve gece iplikleriyle dokunması gibi, insan ömrü de izzet ve zillet cilveleriyle nakışlanıyor, örülüyor ve şekil alıyor. Nutfede zillet hâkimken alakada ona göre bir izzet cilvesi var. Dokuzuncu ayın sonunda rahim âleminin en izzetli devresini yaşamakta... Ve derken dünyaya geliyor, bu yeni hayatın en zelil devresine adım atıyor.
Çocukluk, gençlik derken olgunlukta bir izzet tecellisi görülüyor. Onu takip eden ihtiyarlık, zillet ve hakaret yüklü... Ve erken ölüm gelip çatıyor. Zilletin doruk noktası ve imanla göçenler için izzetin ilk basamağı... Önünü göremeyen ihtiyar, ölünce Cenneti seyre başlıyor. Bu izzeti bir yeni zillet takip ediyor: Surdan korkma ve mahşere fırlama safhası...
Mahşer: Dünyanın mahsul verdiği bütün azizlerin zelillerle karışık olduğu meydan, eşsiz toplantı, benzersiz muhasebe. Herkeste heyecan, herkeste korku! İnsan dünyada ne kadar izzet taslamışsa, orada o kadar zillet çekecek... Başını burada ne kadar dikmişse orada o kadar fazla eğecek... Ne kadar harcamışsa, o kadar hesap verecek. Ve sonunda bütün azizler bir yana, bütün zeliller bir yana ayrılacak. Müminler, Allah'ın azizler diyarı olarak terbiye ettiği Cennete doğru şevkle yol alırken, kâfir ve münafıklar da zeliller diyarında, Cehenneme sevk edilecekler...
Evet, Muizz ve Müzill ancak Allah'tır, izzet veren de, zelil eden de O'dur. Başa izzet veren O olduğu gibi, ayakları en aşağı atan da yine O. Kulun Allah'a en yakın olduğu secde ânında, başla ayak bir hizaya gelir. İzzetle zillet birleşir, kahırla lütuf bir olur. O azalar, bu halleriyle, "Muizz ve Müzill ancak Allah'tır" derler.