Sözün sultanı olmak
Meşhur Yunan masalcısı Ezop, zengin bir köşkün hizmetçiliğini yapmaktadır. Efendisi, ona bildiği en kötü yemeği pişirmesini ister; beğenmediği, nefret ettiği bir misafiri gelmiştir, ona ikram edecektir. Ezop dil etinden yemek yapar, getirir. Efendisi buna pek anlam veremese de sesini çıkarmaz. Bir zaman sonra çok sevdiği bir arkadaşı misafir olduğundan, Ezop'tan bu sefer bildiği en güzel yemeği pişirmesini ister. Köşkte her çeşit malzeme varken Ezop yine dil pişirir getirir. Bu sefer, efendi dayanamaz, sorar: "En kötü yemek istedim, dil getirdin; en iyi yemek istedim, yine dil getirdin, bu ne biçim iştir?" Ezop: "Evet, dil, hem zehirden acı, hem dünyanın en tatlı gıdasıdır" diye cevap verir.
Hakikaten çok mükemmel bir sofraya çok acıkmış olarak davetli olsanız, yemek esnasında birisi sizin onurunuzu kıracak laflar etse, o yemeğin tadı tuzu kalmaz. Kuru ekmekle soğanı, güzel sözle katık edebilirseniz. Ama çok tatlı bir yemeği, kötü sözle yenilmez bir ağıya dönüştürebilirsiniz. Sözün sultanı olan Yunus, şöyle der: "Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı. Söz ola ağılı aşı, bal ile yağ ede bir söz."
İnsanlar söz konusunda üç gruba ayrılır: Suskun-sessiz insanlar, gevezeler, hoşsohbet insanlar. Aşırı derecede suskun ve sessiz insanlar, çoğunlukla kendilerine güveni olmayan, ezilmiş ve kişiliksiz insanlar olarak bilinir. Öyle değilse bile, bir insana faydalı olamayan, onu yeri geldiğinde teselli edemeyen, sevindiremeyen insan, bazen dilsiz şeytan durumuna düşebilir. Bu tip insanlar; fazla aranılıp sorulmaz, yoklukları önemsizdir.
İkinci grup insanlar ise yerli yersiz hep konuşmayı severler, başkalarına bu hakkı vermek istemez veya bilmezler; tek dilleri olduğu halde iki kulakları olduğunun hikmetini kavramazlar. İnsanlar, bu tiplerden de çoğunlukla rahatsız olur. Tabii olarak çok söz, yalansız da olmadığından kendilerini ve dinleyicileri de günahkâr edebilirler. Bu tipler, genellikle kendilerini çok beğenmiş insanlardır. Bazen susmanın altın olduğunu anlatamazsınız onlara. Dedikoduya meraklı olan bu tipler, sır saklamasını da bilmezler. Bunların da zararı çok kişiye dokunacağından, konuşma kirliliğine sebep oldukları ve kul hakkına da girdikleri için pek sevilmezler.
Üçüncü gruptaki tatlı dilli insanlar ise, devamlı aranıp sorulan, merak edilen ve kıymeti herkesçe takdir edilen kimselerdir. Neyi, niçin, ne zaman, nerede ve nasıl konuşacağını bilen insanlardır. Konuştuklarında ağızlarından sanki bal akıyordur. Onlar konuşurken derdinizi, sıkıntınızı bir anda unutuverirsiniz. Daima onu sever, onu arar ve ondan faydalanmak istersiniz.
Karşısındaki toplulukları uzun uzun düşünmeğe mecbur eden, ağlatan, fikir ve inançlarını değiştiren veya geliştiren, onların gönüllerinde ve vicdanlarında hâkimiyet kuran, onları fetheden konuşmacılar vardır. Nice zaferler, güzel sözlerle kazanılmış, nice askerin morali güzel bir sözle zirveye çıkarılmış, heyecanları galeyana getirilerek seve seve canlarını fedâ edecek hale yükseltilmiştir.
Hikmet ehli insanlar az konuşur, öz konuşur. Ahmak insanlar ise çok konuşur, kafa şişirir. Ahmak insanların, kalbi ile dili arasında bir engel yoktur. Herhangi bir düşünce, bir söz kalbine geldiği gibi diline dökülür. Hekim insanlar ise kalbine gelen şeyleri önce bir tasarlayıp ayıklar, sonra zamanı ise söyler, değilse ya zamanı gelince söyler ya da hiç söylemez.
Sadi Şirazi diyor ki; “Bana, ‘sen bu güzel edebi kimden öğrendin?` dediler. Dedim ki; ‘edepsizlerden!` Onlar ‘Aa olur mu öyle şey? İnsan edepsizden hiç edep öğrenir mi?` dediler. Ben; ‘evet edepsizlerin sözlerini ve eylemlerini terk ettim de edebim güzel oldu` dedim.”
Evet, her sözün bir sahibi, bir sulatanı vardır; her edebin de bir Edib'i vardır. Her kes sahip olduğu veya mensup olduğu şeyle bilinir, tanınır. Allahım! Edebimizi güzel eyle ve Edib'imizi koru. Âmin.