Kur`an`ın davet üslubu
Davette Kuran üslubu, bir davetçi için ilk istifade edeceği bir hazinedir. Kuran'ın davet üslubundan çıkaracağımız nice ilkeler ve örnekler vardır. Burada bunlardan sadece birkaçına işaret etmekle yetineceğiz:
Kurani davet üslubunda muhatabın dikkatini dağıtacak yersiz ayrıntılara girmekten son derece sakınmak lazım. Söylenmek istenilen hakikat, doğrudan ve mümkün olan en az kelimeyle muhataba aktarılır.
Kuran, muhatabının dikkatini dağıtmamak için genellikle somut isimler, tarihler ve mekânlar üzerinde durmaz. Kuran'da müşahhas olarak indiği dönemin müminlerinden yalnızca Zeyd bin Harise'nin adı, kâfirlerden de yalnızca Ebu Leheb'in adı geçer.
Kuran, isme değil, eyleme vurgu yapar. Hatta tarihi kıssalarda kullanılan "nemrut", "firavun" gibi isimler bile özel isim değil; "sultan, kral, başkan, han, hakan" gibi cins isimlerdir. Çünkü isimler ayırır, ihtilafı çoğaltır ve dikkatleri dağıtır. Tarihsel mekânları, zamanları ve şahısları öne çıkarmak dikkatleri dağıtır. Kuran, çağlarüstü bir mesaj olduğu için buna meydan vermemiştir.
Ender durumlar dışında Kuran rakam da vermez. Örneğin cehennem kapıcılarının sayısı konusunda "üzerinde on dokuz vardır."(Müddessir, 30) ayetiyle rakam verir ve ardından şöyle ilginç bir uyarıda bulunur: "Biz onların sayısını bir fitne kıldık." (Müddessir, 31) Bu fitnenin nasıl bir sınav olduğunu da 19'culuk akımıyla hepimiz bir kez daha öğrenmiş bulunmaktayız.
Kuran'ın davet metotlarından biri de nefy ve isbat yöntemidir. Nefy kötüyü, batılı ve yalanı boşa çıkarma; isbat ise iyiyi, hakkı ve doğruyu onun yerine ikame işlemidir. Bunun en güzel örneği kelimei tevhiddir. Yani "lailahe illellah" cümlesidir. "Lailahe: Hiçbir ilah yoktur" nefydir ve enkazı temizler; "illellah: Yalnızca Allah vardır" isbattır ve yanlışın enkazının yerine doğruyu bina eder.
Bu üslup, bir fikri muhataba aktarmanın en güzel ve en tutarlı yöntemidir. Önce yanlışın yanlışlığını tespit edip gasbettiği doğrunun makamından indirmek; sonra da oraya zaten oranın hakiki sahibi olan doğruyu çıkarmaktır.
Kuran bir hakikati muhatabına aktarırken onu üç zamana birden götürür: mazi, hal ve istikbal. Medeni halle ya da beşeri münasebetle ilgili bir ayetin birden bire halden istikbale geçip ahireti hatırlatması Kuran'da sıkça rastlanılan bir özelliktir. Bu şekilde insan, duygu ve düşünce dünyasında üç zamanı birden yaşar; zihni, düşüncenin ufuklarına kanat çırpar; yüreği, fırıl fırıl dönen bir radar gibi mazi, hal ve istikbal arasında döner durur. Bu üslup insanı, ışık hızının dahi topuğuna ulaşamadığı bir hızla zaman-mekân yolculuğuna çıkarır. Hatta öyle bir an gelir ki, artık ne zaman kalır ne mekân.
Bu hal, Kuran'ın insan ruhunda uyandırmaya çalıştığı ruh halinin en yüce basamağıdır. Bu hal, Allah'ı kendine şah damarından daha yakın hissetme halidir; bu hal, evrensel insan olma halidir; bu hal, aynı anda hem hal hem bitimsiz bir mazi ve hem de ebedi bir istikbal olma halidir.
Sözün Allah indinde makbul olabilmesi için, söze uygun eylem yapılması gerekir. Kuran, ister mümin, ister kâfir olsun, insanlarla konuşurken sözün en güzeliyle konuşmasını emreder. Zira insanın açık düşmanı olan şeytan, insanların arasını bozmak için daima kötü ve çirkin sözlerden yararlanır.
Kuran'da güzel söz, güzel ağaca benzetilmiştir. Çünkü güzel sözün meyvesi güzel amel; güzel ağacın ürünü de faydalı meyvedir. Bu ayetteki güzel sözden maksadın "lailahe illellah", güzel ağacın da "mümin" olduğuna dair İbn Abbas'a dayanan bir tefsir rivayet edilir. Tevhid kelimesi, dışta ve içte daima güzel amellerin meydana gelmesine sebep olur. Allah'ın razı olacağı her güzel amel, bu kelimenin meyvesidir.
Çirkin söz, çirkin ağaca benzetilmiştir; rüzgârın şuraya buraya savurduğu köksüz, hafif, yararsız, ota benzer; Allah'ı inkâr olmak üzere dinin kötü ve haram saydığı sözlerdir. Çirkin söz, ruha zararlı olan köksüz, dikenli bitkidir. Söyleyenin hem kendisini, hem de başkalarını incitir, yaralar. Kötü kelime, her türlü fitnenin, fesadın, felâket ve musibetin kaynağıdır; hem dünyada hem de âhirette insanın felâketlere sürüklenmesine sebeptir.