Hırslarına yenilenler ve erdemliler
Şüphesiz hırsın her çeşidi kötüdür; ama mülk ve saltanat hırsı çok daha kötüdür. Bugüne kadar tarihi gerçekler ortaya koymaktadır ki, menfaat ve saltanat düşkünleri maksatlarına ters düştüğü anda karşıdakinin haklı veya haksızlığına bakmadan yerlerini veya saltanatlarını koruma pahasına elleriden ne geliyorsa anında yapmışlardır. Bu nefsi ihtirasları uğruna daima hak ve hakikatin savunucuları üzerinde türlü oyun ve entrikalar çevirerek hep onlarla savaş halinde olmuşlardır.
Bu gerçeği, kendi peygamberlerine karşı çıkan bütün inkârcı milletlerin tarihinde görmek mümkün olduğu gibi, inandıklarını söyledikleri halde sırf bu ihtirasları uğruna en saf kanları dökmekte bile hiçbir sakınca görmeyen yezit karakterlileri de görmek pekala mümkündür. Aslında onları buna sürükleyen veya hakkı tasdik etmekten alıkoyan geçerli hiçbir mazeretleri yoktur. Sırf şeytan ve habis nefisleri kendilerine o çirkin amellerini süslü göstermiş, onlar da ona kulak verip hırslarına teslim olmuşlardır.
Şu halde, hak batıl belli olduktan sonra küfür ve nifak ehlini imandan alıkoyan mesele, bir tek Allah`a inanmak, yalnızca ona ibadet ve itaat etme meselesiydi. Şöhret düşkünlerinin elde ettikleri haksız menfaat ve saltanatlarının ellerinden gitme endişesiydi. Demek ki, mesele hâkimiyet ve saltanat meselesiydi. Menfaat ve çıkar meselesiydi. Her şey bu iki noktada düğümleniyordu. Zira onlara göre, verilen her mücadele ve savaşımın gerisinde bu maksatlar olmalıydı. Harcanan büyük çabalar ve ödenen ağır bedeller bunun için olacaktı. Dolayısıyla hak aşıkları davasının gerisinde de bu tür şeylerin olduğunu sanıyorlardı.
Evet, insanoğlunun tabiatında mal ve servete karşı derin bir düşkünlük olduğu gibi, üstünlük ve saltanata karşı da nihayetsiz ve doyumsuz bir ihtirası vardır. Mal, evlat ve servet çokluğunun ihtirası… Hükümranlık ve üstünlük sevdalılığının ihtirası… İnsanda bu ihtiras duygusu bir kere uyanınca artık hiçbir nasihat ve hiçbir uyarı onu frenleyemez. En beliğ nasihatler dahi onu ikna edemez ve öfkesini dindiremez. İşte Şeytan aleyhillane, bu sevdaya tutulanların, enaniyet gururuna kapılanların ihtiras yularından bir tuttumu. Onları istediği şekilde kendine bent edip arkasından sürükleye götürür. Esir alınmış bir tutsak gibi istediklerini sırayla ona yaptıra yaptıra en iğrenç işlere bulaştırıncaya kadar dahi götürür. Tarih boyunca dökülen tüm masum kanlar, yaşanan tüm sınıf kavgaları ve gurup çatışmaları hep bu noktaya istinat etmiştir. Hz. İbrahim`i ateşe attıran, Hz. Yusuf`u kuyuya attıran, Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya`yı testereyle biçtiren ve peygamber aleyhissalatu vesselamın torunu Hz. Hüseyin`in pak kanını döktüren işte bu ihtirasdı.
Şu var ki, bunun sahipleri hiçbir zaman belli bir kimlik şeklinde kendini göstermediler. Asıl kimliğiyle insanların karşısına çıkmadılar ve çıkmaya cesaret etmediler. Yezit ruhlular enayi midirler ki, adlarını yezit diye koyarlar. Her şeye rağmen bu güne kadar işledikleri tüm mezalim ve cürümlerini örtmek için kılık bulmakta hiç zorlanmıyorlar. Hep iyilik adına adalet ve mutluluk adına çalıştıklarını milletin huzur ve saadeti için çalıştıklarını söylerler. Ortadan kaldırmak istediklerini de hep bu maslahat için yaptıklarını söylerler. Nitekim firavun da öyle söylemişti:
“Bırakın beni şu Musa`yı öldüreyim de gitsin rabbine yalvarsın; çünkü ben, onun sizin dininizi değiştireceğinden veyahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.” (Mümin: 26)
“Ben sizin için öngördüğüm şeyden başka bir yol bulmuyorum, (siz buna bakacak, buna uyacaksınız) ve ben sizi doğru yola irşat etmekten başka bir şey yapmıyorum.” (Mümin: 29)
Evet, firavun bile Hz. Musa gibi bir Allah`ın peygamberini tehlikeli adam görüyor; günümüz tabiriyle terörist görüyor ve yeryüzünde fesat çıkaran bir bozguncu ilan ettikten sonra da yok etme yolunu tercih ediyor. Dahası kendi hava ve hevesinden ortaya koyduğu safsatalardan başka da insanlar için herhangi bir yol, kanun ve kaide de öngörmemekte ve tanımamaktadır.
İşte zalimlerin her zamanki savunma sistemi… Suçluluk psikolojisi ve Ruh hallerinin bozukluğu… Eskide böyle olmuştu, şimdi de böyle oluyor ve bundan sonra da böyle devam edecektir. Hiçbir zaman tarih sahnesinden ne İbrahimler eksik olmuş, ne Nemrutlar; ne firavunlar eksik olmuş ne de Musalar… Ve insanlık toplumunun renkli sahnelerinden ne Yezitler çekilir ne de Hüseyinler… Her birinin kendisine has yolu ve mecrası vardır ve rolünü oynamaya devam etmektedir. Bunları iyice tefrik etmeniz ve iyilerden yana yolunuzu belirlemeniz dileğiyle.